Köklü sorunlarını hiçbir şekilde çözememiş ülkemizde, siyasi cinayetler bir töre haline geldi. Eğer tüm siyasi cinayetler için bir anma günü yapılsa idi, her hafta bir tören olacaktı. "Belirli gün ve haftalar" gibi...

8 Ocak'ta Metin Göktepe, 11 Ocak'ta Onat Kutlar, 19 Ocak'ta Hrant Dink, 24 Ocak'ta Gaffar Okan, yine 24 Ocak'ta Uğur Mumcu ve 31 Ocak'ta Muammer Aksoy... Diğer ayların da bundan farkı yok.

Peki, bu ülkede niçin bu kadar siyasi cinayet işlendi? Ya bir yazar, ya bir gazeteci, ya bir bilim adamı, ya da önemli bir devlet memuru... Savcı, hakim, Emniyet Müdürü... Niçin susturuldu bu insanlar?

Galiba nedeni, çok rahat bir coğrafyada olmayışımız! Nazım'ın dediği gibi, "Dörtnala gelip uzak Asya'dan / Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan" bu harika coğrafyaya yerleşmişiz. Üç tarafı denizle çevrili, dört mevsimi tam yaşayan bu güzelim yeryüzü parçasını yurt edinmişiz. Üstelik üstünde büyük imparatorluklar kurmuşuz.

Ama çok netameli bir coğrafyaya gelmişiz. Çevresi petrol yataklarıyla dolu. Dünya petrol rezervinin % 70’i burada. Ayrıca enerji kaynaklanın geçiş güzergâhı. Emperyalizmin kol gezdiği, istihbarat örgütlerinin cirit attığı bir coğrafya. Velhasıl hiç rahat bırakılmayacak, çok netameli bir mekânı yurt edinmişiz.

Üzerinde kurup büyüttüğümüz imparatorluk 600 yıl yaşadı. Değişen dünyaya uyum sağlayamayan, gittikçe küçülen imparatorluktan Anadolu toprakları kaldı. Büyük ve çetin bir savaşla düşmandan arındırılan bu topraklarda bir cumhuriyet kuruldu. Çağdaş, demokratik bir cumhuriyet olması hedeflendi.

Okutulmamış Anadolu, okutulmaya başlandı. Biraz da aydın yetiştirildi bu ülkede. Aydınlar, Anadolu'nun aydınlanmasına öncülük yaptılar.

Emperyalizmi, emperyalist politikaları, ülke sorunlarını tartıştılar, sorguladılar. Sorun da burada başladı. Çünkü emperyal politikalar için, uyandırılmış bir halk çok tehlikeli bir silahtı. Uyananları uyandıranların susturulması gerekiyordu...

İşte bu aydınlardan biri de Muammer Aksoy idi. Aksoy, ünlü bir hukuk profesörüydü. 27 Mayıs'ta Kurucu Meclis üyeliği yaptı. 12 Mart 1971’de içeri alındı. CHP milletvekilliği, Türk Hukuk Kurumu Başkanlığı, Ankara Baro Başkanlığı yaptı. 1989 yılında Velidedeoğlu, Bahri Savcı, Bahriye Üçok'larla  ADD'yi kurdu. Kurucu Başkanlığını yaptı.

"Sosyalist Enternasyonal ve CHP", "Atatürk ve Sosyal Demokrasi", "Atatürk ve Tam Bağımsızlık", "Laikliğe çağrı", "Devrimci Öğretmenin Kıyımı" gibi kitaplarıyla, toplumsal aydınlanmaya, toplumun fikrî yapısına katkıda bulunmaya çalıştı. Ama 31 Aralık 1990 günü Ankara'da evinin önünde kurşunlanarak susturuldu.

Her nedense bu ülkede devlet, aydınlarıyla barışamadı. Siyasetler, hiçbir zaman demokratik bir platformda uzlaşamadı. Bu ülkede laik kesim muhafazakâr kesimle, modernler gelenekçilerle barışamadı. Devlet ve de hiçbir siyaset, toplumsal bir hoşgörü ortamı yaratamadı. Kullanılan dil barışa giden bir dil olamadı. Diğerini ötekileştiren bir anlayış yok edilemedi.

Bu ülkede Alevi-Sünni barışıklığı, Türk-Kürt barışıklığı kalıcı güvencelere kavuşturulamadı. Ülke bütünlüğünün temelini sarsan bu konular hep hasta olarak bırakıldı.

İşte, siyasal cinayetlerde ve toplumu provoke etmek isteyenlerce, hasta olarak bırakılan bu konular tetikleyici araç olarak kullanıldı.

Gerek emperyalist politikalara ters düşen aydınlar ve bilim adamları, gerekse ülke içindeki çıkar gruplarının tekerine taş koyan yazarlar, çizerler, gazeteciler, hasta bırakılan bu konular kullanılarak susturuldu. Ülke içindeki tetikçiler ise, kutsal bir görev yapıyor anlayışı ile verilen görevi yerine getirdi.

Ve ne yazıktır ki, devlet bu cinayetlerin faillerim bulamadı. Bulduklarında ise, arkasındaki siyasi iradeyi deşifre edemedi.

Artık şu soruları kendimize sormanın zamanı geldi ve geçti bile; Uğur Mumcu'yu öldürmekle Türkiye ne kazandı? Hrant Dink'i öldürmekle, Muammer Aksoy'u, Ahmet Taner Kışlalı'yı öldürmekle bu toplum ne kazandı? Türkiye ne kazandı?

Çorum olaylarıyla, Maraş olaylarıyla, Sivas olaylarıyla Alevi ne kazandı? Sünni ne kazandı? Türkiye ne kazandı?

Elbette ki mutlaka bir kazanan oldu... Ama bu, biz değiliz... Türkiye değil... Bölgedeki emperyalist sömürüsünü ve emperyal politikalarını daha rahat yürütmek isteyen, okyanusun ötesi kazandı.

Komşularıyla kavgalı, halkıyla kavgalı, halkı birbiriyle kavgalı bir Türkiye, ne milli bir siyaset üretebilir, ne bağımsızlığını koruyabilir. Ne de Emperyalizme direnebilir...

Galiba görünen budur...