“Görülmeyen ama duyularla sezilebilen ruhani şeyler” olarak tanımlayabileceğimiz maneviyat, günümüzde sadece dini içerikleri kapsayan bir kavram olarak algılanmaya başlandı. Maneviyat ya da manevi değerler eğitimi der demez de nedense aklımıza hemen dini eğitim gelir oldu.

Oysa hepimiz de çok iyi biliriz ki, maneviyat sadece dinden ibaret bir kavram değil. Öyle olsaydı, aynı dine inananlar arasında bugün yaşadığımız çatışmalar olmazdı. Örneğin; I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin en çok kazık yediği ulus aynı dini inancı paylaştığımız Araplar olmadı mı? Oysa aynı Osmanlı yine din dışı manevi değerlerden olan milliyetçilik ve Türklük kavramına karşı çıkıp ‘Ümmetçilik’ politikasıyla işi götürmeye çalışmıyor muydu?

Sorunun bir başka yönü ise, bugünkü şekilci ve kuralcı din öğretisiyle maneviyat kavramının verilemeyeceği artık beyinlere dank etmeli. Allah inancını, korkutan, cezalandırıcı, tehdit eden, ayrıştıran, ötekileştiren ve kurallar silsilesi haline getiren yanlış yönlendirmelerden vazgeçip sevgi, saygı ve toplumsal barış inancı haline getirecek ve tüm insanlığı kucaklayacak gerçek din anlayışıyla nesiller yetiştirilmesi planlanıp buna göre eğitim politikaları belirlenmeli.

Tam burada bazılarının “gerçek Müslümanlık da zaten bu değil mi” diye soracaklarını biliyorum. O zaman ben de onlara şu soruyu sorayım: “Evet, haklısınız tabii ki bu ama o zaman başta biz olmak üzere tüm İslâm dünyasının bugünkü durumunun yukarıda açıklananla ilgisi olmadığına göre, bize dayatılan İslâm anlayışı yanlış değil mi? Yanlışsa, niçin “ben Müslümanım” diyenlerden destek buluyor; ya da en azından yapılan yanlışları “canım onlar Müslüman, o kadarcık da yapıversinler” mantığıyla görmezden geliniyor? Yüce kitabımızda, bir Müslümanda olması gereken temel özelliklerin başında haksızlığa ve adaletsizliğe karşı başkaldırmamız, en azından sessiz kalmamamız emredilmiyor mu?”

Bu arada manevi değerler denildiğinde, “dini inançlar zaten bunların hepsini kapsıyor” diyerek vatan sevgisi, dürüstlük, adalet, ahlak, fazilet gibi kavramlar ikinci plana itilip ödül ve cezayı öbür dünyaya bırakarak, olanları kader kavramı içine sıkıştırıp düşünceye ket vurulmamalı. Şu andaki durumumuz bu bakış açısının yanlışlığını ve şimdiye kadar hiçbir işe yaramadığını kanıtlamıyor mu? Ayrıca, manevi değerler konusunda dünyanın en iyi eğitimini veren Japonların hiçbir ilâhî dine mensup olmadıkları ve ahiret yani öldükten sonra dirilmeye de inanmadıkları gerçeğini nasıl açıklayacağız?

Peki, ama bunları yapmazsak ne olur? Ne mi olur onu da söyleyeyim: Allah’tan korkutulduğu için şeklen ibadet yapan, konuşmalarında Allah’ın adını dilinden düşürmeyen, hatta yaptığı yanlışları bile Allah adına yaptığına inanan ama bunun dışında her türlü melâneti yapmaktan geri durmayan, görüntüye göre dindar ama maneviyatı sıfır nesiller yetişir.

Şöyle bir çevrenize bakarsanız, ne demek istediğimi anlarsınız.

DÜŞÜNEN SÖZLER:

Tanrı’ya inanan adam olmak kolay; asıl zorluk Tanrı’nın inanacağı adam olmakta… Einstein

Bir şeyin ticaretini yapan onu satar; sattığı ise artık kendisinin değildir. Dolayısıyla din ticareti yapanın dini yoktur. El Kindi

O kadar cahilsiniz ki, dinimiz var diye ahlâka ihtiyaç kalmadığını sanıyorsunuz. NİKOLA TESLA

Her binanın bir temeli var. İslam binasının temeli de güzel ahlâktır. ABDULLAH BİN ABBAS

Pek çok din vardır ama ahlâk tektir. J. RUSKİN

Bir yerde;

Dindarlık artarken, insanlık azalıyorsa,

Dindarlık artarken, ahlâk azalıyorsa,

Dindarlık artarken, barış azalıyorsa,

Dindarlık artarken, adalet azalıyorsa,

Dindarlık artarken, empati azalıyorsa,

Dindarlık artarken, aklı kullanma ve bilimsel çalışma azalıyorsa;

Oradaki din, Allah'ın dini olamaz.