Elbette bu ödüller durup dururken kendileri gelmedi. Bu başarının gerisinde, bıkmadan, usanmadan, geceyi gündüze katarak, çalışma ve üretme var. 
O; en verimli çağında, genç denebilecek bir yaşta, 48 yaşında aramızdan ayrıldı.

O; Çorum’un yetiştirdiği, sonsuza değin övünç ve gurur duyacağımız, seçkin bir sanat adamıydı.

Müthiş bir mizah yeteneği de olan Tunaboylu’nun yeri, kolay kolay doldurulamayacaktır.

Mahmut Tunaboylu, 1954 yılında Çorum’da doğdu, zor koşullarda yetişti. Onun için okumak, yazmak ve üretmek müthiş bir tutkuydu. Zaman içinde salt bir alanda değil, yazının (edebiyatın) bir çok alanında üretebilecek, sağlam bir altyapı kültürü oluşturmuştu.

Orta öğrenimden sonra gazeteciliğe başladı. Çeşitli ulusal ve yerel gazetelerde çalıştı; TV ve radyolarda görev yaptı.

Sınırsız yeteneği, sonsuz düş gücü, bitmez azmi, tükenmez sabrı ve direnci sayesinde bir çok yapıtlar üretti. 1980’ den başlayarak yazdığı radyo oyunları, TRT radyolarında yayınlandı.

Yayınlanmış 7 kitabı vardı. Bunlar:

“Ayışığı’na Ne Oldu, Yanlışlıklar Güldürüsü, Umudun Mavi Kanatları, Ermiş Memiş, Mavi Kanatlı Kaplumbağa, Ormandaki Tehlike, Dünyanın En Güzel Çocukluğu.” adlı yapıtlarıdır.

Farklı yazınsal türde ürettiği yapıtlarla (roman, oyun ve senaryo dallarında) bu güne değin 14 ödül aldı.

Peki bunun sonucunda elde edilen kazanç nedir? Bolca para, şan ve şöhret mi? Yat, kat, araba sahibi olmak mı? Hayır! Hiç birisi değil. Sanatçının karın doyurmayan şanda ve şöhrette zaten gözü yoktur. Onun tek amacı, topluma yararlı olmaktır. Ülkesinin sanatını, kültürünü, yazınını ve bilimini geliştirmek; ülkesini bu yanıyla da çağdaş uluslar düzeyine yükseltmeye çalışmaktır.

Bu başarılarıyla, Batı ülkelerinde olsa, devletin sanatçıya verdiği destekle her türlü ekonomik olanağa sahip olurdu Mahmut Tunaboylu. Sanatsal ve kültürel etkinlikler için bir kentten bir kente konferans, açıkoturum ve söyleşi için arabayla değil, uçakla götürülürdü. Böylesine bir saygınlığı ve değeri olurdu onun.

Ne yazık ki Mahmut Tunaboylu bu ülkede zor olanı seçti. Yazar oldu. Egemen çevrelerin yazardan, çizerden, sanatçıdan hoşlanmadığını, yazarlığın da karın doyurmadığını bile bile yazarlığı seçti.

Haydudun, hırsızın, dolandırıcının, hortumcunun, hayali dışsatımcının kol gezdiği; tüm toplumsal değerlerin ters yüz edildiği bir ülkede o, yazarlık onur ve haysiyetiyle bir yığın yokluk ve yoksunluk içinde “icra-i sanat” etmeye çalıştı. Ama bedeni, bu denli yoğun çalışmayı kaldıramadı. Yaşamın getirdiği olumsuzluklar ve sıkıntılar bedeninin bazı işlevlerini iflas ettirdi. Onu, zamansız olarak aramızdan aldı götürdü.

Başka meslek mi, sanat mı bulamamıştın bre Mahmutçuğum. Bir devlet memuru olsaydın. Salla başını al maaşını, otursaydın masanın başında. Karışmasaydın kimsenin etlisine sütlüsüne. İnsanlarımıza kültürel, sanatsal bağlamda bir şeyler verebilmek için yormasaydın güzel beynini. Yıpratmasaydın bedenini. Bak şimdi yaşıyor olacaktın! Sokaktaki bir simitçi çocuk, pazarda sebze, meyve satan bir vatandaş bile senden daha çok para kazanıyordu. Nerede görülmüş kalemin para kazandığı?

Bakma sen yine de böyle dediğime. Kahrımdan yazıyorum bunları. Sen yazar olmakla doğrusunu yaptın. Aslında bu senin seçimin bile değildi belki. Doğarken yazarlık yeteneğiyle birlikte doğmuştun. Bu herkese nasip olacak bir yetenek değildi elbet. Öyle de olsa, böyle de olsa, iyi ki yazar oldun.

Fiziksel olarak aramızdan ayrılışın öldüğün, yok olduğun anlamına gelmez. Sen ortaya koyduğun yapıtlarınla ölümsüzlüğü çoktan hak ettin. Yapıtlarının değeri yılları aşacak, sanat dünyasında insanlara, aydınlık pencereler açmayı sürdürecektir. Ot gibi değil, insan gibi yaşadın. Yaşamının her anını anlamlı kılacak çalışmalar yaptın. Bir yığın yapıt bıraktın yazın dünyamıza, adını sonsuza değin yaşatacak. Çocukların Barış ve Yaprak’a da onurla, gururla anacağı bir ad bıraktın.

“Yazar Mahmut Tunaboylu”

Onlar senin gibi bir babaya sahip oldukları için, ne kadar gurur ve onur duysalar azdır. “Yazar Mahmut Tunaboylu” adı, bir madalya gibi bu kentin yakasında da takılı kalacaktır sonsuza dek.

Zamansız ölümüne gelince:

Bundan toplum olarak herkes sorumlu sevgili Mahmut. Bizler de sanatçı dostların olarak hem sorumlu, hem de suçluyuz. Kendi aramızda gerçek anlamda dayanışma içine giremediğimiz, birbirimizle ilgilenemediğimiz, gereken moral desteği veremediğimiz için suçluyuz, Asıl sorumlu, asıl suçlu ise, devleti yönetenlerdir. Onlar, Atatürk Cumhuriyetinin 80 inci yılına girdiğimiz 2003 yılında bile hala toplumun bireylerini, özellikle de sanatçılarını adam gibi, insan gibi yaşatabilme olanağı sağlayamadığı; onlara gereken desteği vermediği için suçludur ve sorumludur ölümünden.

“Çorumluyuz. Birbirimizden sorumluyuz” savsözünü yaşama geçirecektik hani. Bu, bir çok yerde söylenir de, sonra unutulur gider ne yazık ki. Çorumlu nasıl büyük bir değerini yitirdiğinin ayırdında değil henüz. Geçmişte olduğu gibi, (Allah geçinden versin) gelecekte de nice değerlerimizi yitireceğiz apansızın. Daha çok gecikmeden kolay yetişmeyen bu değerlerimize sahip çıkalım. Onların, bulundukları kentin “onur madalyaları” olduğunu unutmayalım. Onlar öldükten sonra da “ah vah” etmenin ne bizlere, ne topluma, ne de bu ülkeye bir yararı olmayacaktır.

Sevgili Mahmut Tunaboylu’yu 2002 yılının son günü olan 31 Aralık akşamı sonsuzluğa uğurladık. Ona, Allah’tan rahmet dilerken yeri cennet olsun diyor; aile bireylerine, yakınlarına, sevenlerine, çalışma arkadaşlarına ve yazar dostlarına baş sağlığı, sabır ve dayanıklılık diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun.

Ocak 2003