Mandacılık; işbirlikçiliğe dayanan, bir az gelişmişlik davranış biçimi.

Osmanlı’nın son ikiyüz yıllık dönemine damgasını vurmuş. fakat 1918-1922 yılları arasında doruğa çıkmıştır. 1918 mandacıları büyük devletlerle uzlaşarak ayakta kalınacağı düşüncesindeydiler. Ülkeyi parçalayıp yutmaya gelenlere, parçalanmamak için uzlaşma ve işbirliği öneriyorlardı. Yaygın eğilim direnmek, dik durmak yerine, teslim olmak, boyun eğmekti. Bu eğilim sadece kurtuluş savaşında değil, devrimler süresince de Mustafa Kemal’i hayli yordu. Ayak bağı oldular. Yetkili devlet adamları, Üst düzey komutanlar, saray ileri gelenleri hep mandacıydı. En ünlüleri ise Ali Kemal, Damat Ferit Paşa, VI Mehmet (Vahdettin) bunların başında geliyordu. Kurtuluş savaşı ile söküp attığımız bu zihniyetin, yeniden hortlaması oldukça düşündürücüdür.

Şimdi mevcut iktidarın dünya lideri, kurtuluş savaşından filan bahsediyor. Yirmi yıl önce, ülkeyi devir aldıklarında, böyle bir şey yoktu. Nasıl oldu? Nasıl bir yıkım yaptılar da, ortalıkta kurtuluş savaşı ve mandacılık tartışmaları tekrar gündeme geldi.

İktidar kendi hatalarını muhalefetin üstüne yıkmakta, oldukça mahir. Sanırsın 20 yıldır ülkeyi muhalefet yönetiyor. Ülkeyi yaşanamaz hale getirdiler. Aldıkları her karar ters tepiyor. İnsanlar yarınını göremiyor. Dünya lideri ağzını açsa dolar fırlıyor. Her konuşmasında dolara nasıl bir doping yapıyor da, dolar şaha kalkıyor. Ülkeyi şaha kaldıracağız dediler. Doları şaha kaldırdılar. Türk lirası yerlerde sürünüyor. Marketlere değiştirmeye etiket yetişmiyor. Sipariş edilen mal, gelene kadar rafa koymadan, fiyatı değişiyor. Evde baktığın fiyat, markete varana kadar değişmiş oluyor. Paramız son bir ayda %35 devalüasyona uğradı. İşin garibi ülkeyi bu hale getirenler değil de, gerçekleri söyleyen bizler ve muhalefet mandacıymış.

Sultan Vahdettin baş mandacıydı. Bunlar da Vahdettin’e toz kondurmuyorlar, aynı yoldan yürüyorlar. Ülkeyi de kapitülasyonlar dönemine getirdiler. Yeni tip mandacılık sürecini yaşıyoruz. Tüm çalışanları asgari ücrete mahkûm ettiler. Ulusal gelirden alınan payı %35’den %20’ ye düşürdüler. Ülkemiz çalışanları Avrupa’nın en sefil insanları durumunda. Cumhuriyetin kar eden tüm kurumlarını sattılar, Etibanklar, Sümerbanklar, Şeker Fabrikaları, Çimento Fabrikaları, gözde savunma sanayimiz tank-palet fabrikasını sattılar... Hatta bankaları yabancılara satmakla kalmadılar, sıra toprakları satmaya geldi.

20 bin dolara Türk vatandaşlığını satıyorlar. Dünyanın en ucuz vatandaşlık ücreti. Kamu ihale yasaları, adeta rant yasaları haline geldi. Sayıştay’ı etkisizleştirdiler, hiçbir yolsuzluk denetlenemiyor. Sanırsın ülke; “Ali babanın çiftliği”. Sözde yeni otomobil yapacaktık, uçaklar yapacaktık, her gün doğalgaz, petrol buluyorduk, yalandan. “Aya sert iniş” filan yapacaktık. Yalanın sonu yok, fakat artık duvara dayandılar. Buraya kadarmış.

İktidar ülke üreticilerinin, çalışanlarının değil de, uluslarası tekellerin, kartellerin, sömürü mekanizmalarının sözcüsü durumunda. Vatandaşın geçmediği köprüden, tünelden yoldan, gidemediği hastaneden para alıyorlar. Dolar bazında alıyorlar. Dolar ise her saat yükseliyor. Uyuşmazlık halinde kendi hukuk sistemine, mahkemesine, hakimine, savcısına güvenmiyor. İngiltere Mahkemelerini yetkili kılıyorlar. Bu kapitülasyon, bu mandacılık değil mi? Kimmiş mandacı?

Buradan yabancı yatırımına karşı olduğumuz anlaşılmasın. Yabancı istilasına karşıyız. Yeni tip mandacılığa karşıyız. Evet mandacılığın olduğu, istilanın olduğu, tekellere, sömürü sitemine karşı bir kurtuluş savaşı verilir. Yalnız o savaşı ülkeyi o hale getirenler değil, emperyalizme teslim olanlar değil, tarihte kim verdiyse mandacılığa ve emperyalizme karşı olan, yine o güçler verir, demokrasi güçleri verir ve ülkeyi esenliğe kavuşturur.