İçmeye doyum olmayan berrak sularıyla yeşillikler arasında şırıl şırıl akan dereler, köpük köpük küçük şelalecikler, kuş cıvıltıları…

Artık, yalnızca anıları süsleyen güzellikler olarak geçmişte kaldı.

Büyük-küçük, hemen hemen bütün akarsularımız kirlendi.

Çorum’da Derinçay gözlerimizin önünde…

Eskiden bu çayda nasıl balık tutulduğu anlatılıyor. Oysa şimdi, alabildiğine kirli, simsiyah bir sıvı akıyor.

Gazetede haber başlığı: “Zehirlenen Türkiye!”

Ergene nehri ile sulanan tarım ürünlerinde yüksek oranda ağır metaller varmış. En tehlikeli kanserojenlerden olan kadmiyum, Ergene çevresinde yaşayan kanser hastalarında, normalin 4 katı tespit edilmiş. Kurşun ve çinko oranları da normalin çok üzerindeymiş…

Okudukça, paniğe kapılıyor insan.

“Bu gidiş nereye?” diye kendi kendine sormadan edemiyor.

*

Hava gibi su da, insan yaşamının olmazsa olmazlarından. Zaten, hava-su-toprak hayat kaynaklarımız.

Kentlerimizde, havayı kirletmekte son derece başarılıyız(!)…Sularımızın kirlenmesi yeni değil, ama son zamanlarda artık sınır değerlere ulaştık. Irmak ve dere yataklarından su yerine zehir akar hale geldi.

Çevreyi, doğayı kirletmeden kentleşmeyi, sanayileşmeyi beceremiyoruz ne yazık ki.

Ekolojik dengenin bozulması tüm dünya için geçerli, ama ülkemizde bozulmanın daha hızlı olduğunu da bilim insanları tespit ediyorlar.

Evsel ve endüstriyel atıklarla, habire doğayı kirletmeye devam ediyoruz.

*

Sanayileşmenin, ekonomik gelişme ve istihdam bakımından elbette tartışılmaz artıları var. Ve sanayileşme uğruna bir ölçüde kirlenmeye katlanmanın kaçınılmazlığını da kabul etmek durumundayız. Ama, insan sağlığının hiçe sayılması pahasına olmamalı, asla…

Katlanılabilir, kabul edilebilir sınırların aşılmasını hoşgörmek mümkün değil.

Elbette, bu konularda yasalar, yönetmelikler, sınırlamalar var, ama yeterli olmadığı Trakya’daki Ergene nehrinden, Çorum’daki Derinçay’dan belli…

Daha nice örnekler sıralanabilir.

*

Yakın zamana kadar Türkiye’nin tatlısu kaynakları bakımından çok zengin olduğu sanılırdı. Gerçeğin öyle olmadığı şimdi sıkça ifade ediliyor.

Ve gelecekte petrol kavgalarının yerini su kavgalarının alacağı da ısrarla savunuluyor.

Öyle olunca, var olan su kaynaklarımızı korumak, akarsularımızın kirletilmesine izin vermemek, hepimiz için tarihi ve hayati bir sorumluluk.

Yine, tarımda kullanılan kimyasallar, yalnızca bitkilerin doğallığını bozmakla kalmıyor, toprağı da, yeraltına sızarak tatlı su kaynaklarını da kirletiyor.

Doğamızı koruma adına “milli seferberlik” zamanı gelmedi mi sizce de?