Benimle aynı yaş grubunda olanlar ülkemizin darbeler ve muhtıralar dolu yıllarını iyi hatırlarlar. Gerçek şu ki, sıkıntılı ve zor yıllardı. Adını bile anmak istemediğim bu dönemlerde yaşananların faturası ne yazık ki hep vatandaşa kesildi. Yani birileri darbe yaptı, ekonomik sıkıntılarına katlanmak ne üzücüdür ki vatandaşa kaldı.

27 Mayıs darbesinden 3-4 gün sonra idi. Hızarhanede çalışıyoruz. Rahmetli meslektaşımız Enbiya lakaplı Mustafa Usta hızar testerelerini kaynatmamız için bize getirdi. Nasıl oldu hatırlamıyorum, sohbet esnasında konu döndü dolaştı darbeye geldi. Rahmetli "Darbeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?" dedi. Ben de "İyi oldu. Olması lazımdı. Sence nasıl oldu?" dedim. Bugün bile pişmanlık duyduğum bu söz karşısında Rahmetli Enbiya Mustafa "Bence iyi olmadı. Bunlar yakın bir gelecekte yine darbe yaparlar." dedi. Güldüm ve "Neden bir daha darbe olsun ki?" dedim. Rahmetli de bana "Bunlar bir şeyi beğenmedikçe bunu alışkanlık haline getirip sürekli darbe yaparlar." dedi.

Aslında dediği gibi de oldu. 27 Mayıs darbesinin üzerinden henüz 3 sene bile geçmemişken, Albay Talat Aydemir iki defa başarısız darbe girişiminde bulundu. Kendisini idam sehpasına götürünceye kadar rahat durmadı ve sonunda idam edildi. Bu çalkantılı dönemin sonrasında 12 Mart muhtırası ve onun ardından 12 Eylül darbesi ile yüzleştik.

Hiç unutmam, 12 Eylül darbesinden birkaç sene sonra idi. Gönen'de bir kaplıca otelindeyiz. Masada oturuyoruz. Yan masamızda kıyafetleri bayağı yıpranmış bir beyefendi ile arkadaşı arasındaki sohbete kulak misafiri oldum. Yazımızın başlığına konu olan sözü söyleyen beyefendi, sohbet esnasında "Kanaryayı hürriyete kavuşsun diye kafesinden salıvermek ona iyilik değildir. Çünkü dışarıda yaşayamaz. Kedilere, alıcı kuşlara yem olur. " dedi ve devam etti:

"Ben seyyar vaiz idim. Dolayısıyla Diyanet İşlerinden maaşımı alıyordum. Bana milletvekilliği teklif edildi. Ben de kabul ettim. Seçimlere girdik ve milletvekili seçildik. Darbe ile bütün gelirlerimi kaybettim ve sıkıntıya düştüm. Şimdi şöyle bir geriye dönüp baktığımda maaşlı memurluğun devlet garantisi altında olduğunu düşündüğümüzde, kanaryanın kafesinin ona sağladığı güven ve garanti aklıma geliyor. Nitekim şu an üzerimde bulunan yıpranmış ceketimi bile yenileyemedim." dedi. Kısacası beyefendi "Devlet garantisi ortadan kalkınca gelir getirecek özelliği olmadığı için de zor durumda kaldık." demek istiyordu.

Otelde kaldığımız süre içerisinde bu beyefendi ile defaten ben de sohbet etme imkanı buldum. Siyasi yasakların sona ermesinin ardından tekrar siyasete girdiğini ve milletvekili olduğunu düşünüyorum.

Bugün de ne yazık ki askeri darbe süreçlerinde olduğu gibi salgın nedeni ile iş verenden işçisine, halkımızdan, esnafımıza hem sağlık yönünden, hem de ekonomik yönden zor ve sıkıntılı bir süreç yaşıyoruz. Akşam ana haber bültenlerinde işlerini kaybedenleri, iş yeri kapanan sıkıntı yaşayan esnafımızı izliyoruz. Tüm kesimler salgın yüzünden gelecek korkusu yaşıyor. Herkes kaygılı, endişeli bir şekilde bekliyor. Kimsenin suçu yok. Tabi ki devletlerin de...

Bu salgın süreci şunu açık bir şekilde gösterdi. İnsanın tek yönlü olarak bir yere odaklanması geleceğini garanti altına almasına yeterli olmuyor. Yani insanın üretmek gibi bir özelliği olmadıkça yaşam garantisi olamıyor. Ümit ediyorum ki bu salgın sürecini esnafımız ve işletmelerimiz az bir kayıpla atlatır ve tek bir yere odaklanmaktansa çok yönlü bir ticari mekanizma oluşturarak devamlılıklarını sürdürebilirler.

Ne de olsa vitrin önemli... Yani serbest piyasa koşullarında vitrininizi yenileyemediğiniz sürece ayakta kalabilmeniz zordur.

En güzel günler sizlerin olsun.