Kanal İstanbul gündeme geldiği günden beri konunun uzmanı bilim insanlarınca tartışılıyor. Hazırlanan raporlara göre, her geçen yıl boğazdan geçen ticari yük gemilerinin sayısı azalıyor. Çünkü farklı taşıma seçenekleri günümüzde artmıştır. Anlaşılan iktidarın en önemli gerekçe olarak; “Trafiği rahatlatmak için kanal açıyoruz” sözü pek inandırıcı değildir.

Bu azalmanın önemli sebeplerini Prof. Dr. Haluk Gerçek şöyle açıklıyor: “Birkaç nedeni var. Bir kere gemi boyutları büyüdüğü için kapasitesi yüksek olan az sayıda gemiyle daha fazla yük taşınabiliyor. İkincisi, özellikle petrol ve doğalgaz geçişleri konusunda alternatif boru hatları oluşturuldu. Ayrıca Rusya, Karadeniz havzasındaki limanlar üzerinden yaptığı taşımacılığın bir kısmını Baltık limanlarına kaydırdı. Bütün bunlar İstanbul Boğazı’ndaki trafiği azaltan nedenler.”

Kanal boyu güzide alanlar imara-inşaata açılacak Katar’lı ortakları ile birlikte baştan paylaştıkları büyük bir rant getirisi sağlanacak. Ranta dayalı projeler ve arazi talanları eşi görülmedik bir çevre erozyonuna yol açacak. Üzücü olan bu felaketin geriye dönüşü yoktur. Bu yokoluş bilim adamlarının değerlendirmesidir. İktidar ne İstanbul halkını, ne de bilim adamlarını bu konuda ikna edemiyor. Kendine güvense İstanbul halkına sorar ve bu konuda referanduma gider. Gidemez, sonucu baştan biliyor. Bu bir zor projesidir. İstanbul’un kaderi ile oynanıyor, fakat halkına sorulmuyor. İktidar demokratlıkta sözü kimseye bırakmıyor. Görünüşe bakılırsa haksız da sayılmaz(!)

Her biri kendi alanında uzmanlaşmış bilim adamları, Kanal İstanbul’un büyük bir felakete yol açacağını değerlendiriyor. Sonuç olarak proje ekolojiyi tahrip edecek, su canlılarının bir kısmını yok edecek, karada ve denizlerde biyoçeşitliliği geri dönülmez bir biçimde bozacak. Depremi tetikleme olasılığı artacak. Montrö Antlaşması tartışılır hale gelecek. Sorunlu olan İstanbul trafiği daha da sorunlu hale gelecek. İstanbul’un nüfusu yaklaşık 1.2 milyon kişi artacak. İstanbul üç parçaya bölünürken, bir yarımada oluşacak. Marmara ve Karadeniz’de öngörülemeyen doğa olayları yaşanabilecek. Su havzaları kuruyacağı gibi, kalan sulara da deniz suyunun karışması sonucu içme sularının tuzlanacağı endişesi hakim görüştür.

İBB'nin düzenlediği Kanal İstanbul Çalıştayı'nda konuşan Eski TUBİTAK Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Cemal Saydam, “Kanal İstanbul etkileriyle Marmara denizinde biriken Sülfür Dioksit çürük yumurta kokusu ortaya çıkaracak. Çürük yumurta kokusu hayırlı bir koku değil. Sülfür Dioksit'in etkileri ise erkekliği öldürür...Ayrıca denizde balığı unutun. " diyor.

İstanbul’u yöneten yerel yönetimin hiç mi söz hakkı, hiç mi görüşü yoktur? Yerel yönetimin görüşü neden alınmıyor? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu proje için “Bu proje İstanbul’a bir ihanet projesi bile değildir. Resmen bir cinayet projesidir. İstanbul için gereksiz bir felaket projesidir. Bu proje bittiğinde İstanbul bitmiş olacak. Bu şahane şehir yaşanamaz bir kent olacak. Temiz hava, su, altyapı, trafik açısından çözülemez sorunlarla baş başa kalacaktır. Ne boğaz geçişi, ne deniz trafiği geçişi, ne de ekonomik olarak böyle bir ihtiyaç söz konusu değildir. Sadece yeni rant alanları yaratmak uğruna hazırlanmış, yol açacağı yıkıcı sonuçlar hiç düşünülmemiştir.” demektedir.

İktidarın tek dayanağı bir varsayım üzerine “Boğaz trafiğinin 2071’de 86 bine kadar çıkacağı ve güvenliği tehdit edeceği” yönündedir. Oysa bilimsel gerçekler ve eldeki veriler iktidarı tamamen yalanlıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Gerçek’e göre “Boğaz’dan geçen gemi trafiğiyle ilgili istatistikleri aslında çok ilginç. 2007 yılında 56 bin 606 olan yıllık gemi trafiği, bugüne doğru geldikçe, istikrarlı bir biçimde azalıyor. Mesela 2018 yılında bu sayı 44 bin düzeyine kadar inmiş. Yani bir yandan geçiş sisteminde emniyet artıyor, diğer yandan gemi trafiğinde zaten bir azalma söz konusu...Tehlikeli madde taşıyan gemiler Örneğin 2018 yılında bu tür yük taşıyan gemilerin sayısı 9 bin 247 idi. Halbuki 2007 yılında bu rakam 10 binin üzerindeymiş. Dolayısıyla tehlikeli yük taşıyan gemi sayısında da bir azalma var... 2007 yılında toplam kaza sayısı 700’e yakınken, 2017’de bu sayı 250 civarına düştü. Bu kazaların önemli bir bölümü makine veya dümen arızasından, bir kısmı da tüzük ihlalinden, kaynaklanıyor.”

Yerel yönetimin ve bilim adamlarının görüşü “Kanal İstanbul ranta dayalı, doğayı tahrip eden ucube bir projedir.”

Diğer taraftan Montrö’yü tartışmaya açacak, ABD’ye göz kırparak iktidarda kalmanın payandası olarak kullanılmak isteniyor. Halkın oyuna dayalı seçilebilme şansını çoktan yitiren iktidar, Cumhuriyet’in tüm birikimlerini satmasına rağmen ekonomiyi düzeltemiyor. Sıra Montrö gibi uluslararası antlaşmaları etkisiz hale getirmeye geldi. Bu konuda TBMM Başkanı Mustafa Şentop “Cumhurbaşkanı Montrö’yü bile kaldırabilir” diyerek konuyu tartışmaya açmış oldu.

Sayın Yılmaz Özdil “Montrö'yü bırak delmek, biraz esnetmek bile, jeopolitik intihardır...Darbe marbe palavraları, sinsi sinsi Montrö'yü delmeye çalışırken suçüstü yakalanmış olmanın öfkesidir gerisi hikayedir.” İfadesini kullanıyor.

Kanal İstanbul ülkede şu an yaşanan hiçbir güncel sorunu çözmüyor, işsizlik, pahalılık devam ediyor, hatta Türkiye'ye egemenlik, güvenlik, savunma, ekolojik denge, çevre ve şehircilik konusunda geriye dönüşü olmayan sorunlar çıkarıyor.

Yarın“Biz bu şehre ihanet ettik, bunda benim de payım var” demek hangi yaraya merhem olur? Boğaz ölür, İstanbul ölür!

Kısacası Kanal İstanbul’la Türkiye halkı kazanmayacak, aksine Katar ortaklığı ile ranta dayalı bu proje, ABD’nin çıkarlarına zemin oluşturarak, geriye dönülmez bir “jeopolitik intihar” gerçekleşmiş olacaktır.