Elimize aldığımız bir elmayı, tam ortasından ikiye bölersek, yarısı kadın ise, diğer yarısı da erkektir. Bu sadece konuya eşit, özgür ve uygarca bakanlar için geçerlidir. Bu toplumun demokratik ve laik konumu ile doğru orantılıdır. Şeriat hukukunun mirasını 1926’da “Yurttaşlar Yasası” (Medeni Kanun) ile reddeden Kemalizm, 1934’te kadınlara oy hakkını tanımıştır.

Ülkemiz Cumhuriyetle birlikte kadın hakları konusunda Avrupa’dan da ilerde, İslam ülkelerinden kıyaslanamayacak derecede ilerde haklara sahip olmuşlardır. Kadının toplumda gerçek yerini alması toplumun özgür demokratik ve laik olmasına bağlıdır. Türkiye’de eşit eğitim hakkı 1924, eşit birey hakkı 1926, eşit seçme- seçilme hakkı 1934’de kadınlarımıza verilmiştir. Cumhuriyet kadına bu hakkı verirken, neden bitmeyen bir tartışma, kadınlar üzerinden yapılıyor? Örtünmeyen kadınların yaşam şekline baskının ötesinde, kadın ‘’üç çocuk’’ doğurması gereken bir kuluçka makinası gibi görülüyor. Dahası haremlik-selamlık söylemleri tarihin tekerleğini geriye çevirmekten öte bir şey değildir. Oysa bizim kadınlarımıza verdiğimiz seçme- seçilme hakkını çok özendiğimiz Avrupa devletleri; Fransa 1944’de, Yunanistan 1952’de, Belçika 1960’da, İsviçre 1971 de, Meksika, Arjantin 1946’da, Çin 1947’de verebilmiştir.

İnanılmaz Osmanlı özentisi yapanlar acaba o günle bugünü objektif olarak değerlen-diriyorlar mı? Şeriatla yönetilen ülkelerde kadının gerçek pozisyonunu biliyorlar mı? Açıkça söyleyelim; Osmanlı’da kadının, bir dana, bir inek, bir keçi kadar kıymeti yoktu. Sayım yapılırken kadınları nüfus sayımına bile almıyorlar, ineği, keçiyi, danayı, atı sayıyorlardı. İki kadının şahitliği bir erkeğe eşitti. Şeriatla yönetilen çoğu ülkede hala da böyledir. Ülkemizde günümüzde bile “Çocuk doğurmayan kadın, yarımdır” gözüyle bakılabilmekte.

Dünya gezegeni üzerinde pek çok ülkeyi; İngiltere'yi, Polonya'yı, Norveç'i, Bangladeş'i, Namibya'yı, Liberya'yı, Myanmar'ı Şili'yi, Litvanya'yı, Malta'yı, Hırvatistan'ı, Mauritius'u, Nepal'i, Marshall Adaları'nı, Tayvan'ı kadınlar yönetiyor. Bunun dışında çoğu üst düzey görevleri kadınlar yapıyorken, ülkemizde kadınlara ilkel roller biçiliyor olması aklın alacağı, yaşadığımız çağın kaldıracağı bir gerçek olamaz. Bizim Müslüman kadınlarımız ne yazık ki dünyaya tesettürün arkasından bakabiliyorlar, tesettürü demokratik hak sanıyorlar ve daha da acısı tesettüre bürünmeyi özgürlük gibi algılıyorlar.

Dinci toplumlarda erkek birey değil kuldur. Kadınsa erkeğin kuludur. Yani ‘’kulun kulu’’ Bu durum zincirli pranga gibi kadının alın yazısıdır. Ülkemiz uygarlık tarihinde “aydınlanma devriminin” adına “Kemalizm” diyoruz. “İnsan hakları bildirgesi”ni aydınlanma devrimi yarattı. Kadın insandır. Mustafa Kemal ‘’Bir milletin medeniyetini mi ölçmek istiyorsunuz; kadınlarına nasıl muamele yapıldığına bakınız’’ diyor.

“Cahilin ferasetine’’ güvenenler, kadınların uyanmasından korkuyorlar. Kadınlar uyanırsa, dünya uyanır, kadın uyanırsa dünya değişir.