103 kişinin yargılandığı dava 2 Eylül 2013’te başlamış, 13 Nisan 2018’de karara bağlanmıştı.

68 kişi beraat etmiş, 4 kişi öldüğü için, 10 kişi zaman aşımı nedeniyle davadan düşürülmüş, 21 kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis (sonra müebbet hapse çevrilmişti) cezası almış ve temyiz sonuna kadar da adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı.

23 Haziran 2020 günlü haberlere göre temyiz sürecinin basamaklarından biri diyebileceğimiz İstinaf Mahkemesi, 28 Şubat kararlarını hukuka uygun bulmuş ve onamıştır.

Ancak müebbet hapis cezası verilen 21 kişiden dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, emekli Tümgeneral Çetin Dizdar ve dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hikmet Köksal’ın ölümü nedeniyle, haklarında verilen karar düşürülmüştür.

İçlerinde dönemin Genelkurmay 2’nci Başkanı Çevik Bir, Genelkurmay Harekât Başkanı Çetin Doğan, eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz’ün bulunduğu 18 kişinin müebbet cezası ise onanmıştır. Sonuç Yargıtay’ın kararına kalmıştır.

* * *

Peki, ne idi 28 Şubat?

Cumhuriyetin en önemli kırılmalarından biri idi 28 Şubat 1997. “Postmodern darbe” olarak tanımlanmıştı.

12 Eylül 1980 darbesi ülkeyi cezaevine çevirip, ekonomiyi küresel sermayeye teslim eden büyük bir felaket olurken, 28 Şubat darbesi bu ülkenin siyasal rotasının değişmesinin önünü açan, ikinci büyük bir felaket olmuştu.

4 Şubat 1997 günü Ankara’nın Sincan caddelerinde, 20 tank ve 15 zırhlı araçla iktidarın İslamcı kanadına yapılan sert uyarı ve 28 Şubat 1997 günü alınan MGK kararları gündeme damgasını vurmuş, 4 ay sonra Erbakan istifa etmek zorunda kalmıştı.

Çünkü o gün 28 Şubat, irticaya karşı bir duruş olarak sunulmuştu.

Oysaki arkadaki iradenin amacı, Ilımlı İslam’ın önünü açmaktı.

Çünkü “Ilımlı İslam”, ABD’nin İslam ülkelerine, özellikle de Türkiye için gündemine aldığı siyasi bir proje idi.

Amacı, sosyalist sistemin ve Sovyetler Birliğinin dağılması ile Batı karşıtlığı olarak yükselecek İslami dalganın önlenmesi idi.

Ama o günün askeri ve siyasi kadroları bunu okumamış ya da okuyamamıştı.

* * *

İşte bu nedenle, daha önce de 28 Şubat’la ilgili yazılarımda değindiğim bu konuya bir kez daha değinmek ve de sormak istedim.

Yani başta darbeciler olmak üzere darbeleri destekleyenler, darbeleri alkışlayanlar, davul zurna ile karşılayanlar ve de darbeleri çiçeklerle kutlayanlar:

-Hiç geri dönerek bir bakıp, bir muhasebe yaptılar mı?

-Hiç geri dönüp, bir sorgulama yaptılar mı?

-Hiç geri bakıp, biz neye hizmet etmişiz diye kendilerine sordular mı?

Ve de her darbeden sonra, Türkiye’nin siyasal ve sosyal yapısının, ekonomisinin bir sorgulamasını yaptılar mı?

Hayır yapmadılar…

Ne bir kez olsun geri dönüp baktılar ne de bir kez olsun sorgulama yaptılar…

Öyle ki, onlar 15 Temmuz darbesini de alkışlayacaklardı ama darbe başarıya ulaşamamıştı.

Ne yazık ki, bu ülkede bu zihniyet yok olmamıştır.

Ve de bugün bu zihniyet hala darbe sayıklar, hala darbe bekler olmaktadır.

* * *

Ve onlar için diyebiliriz ki:

-Darbelerin, emperyal politikalarla ters düşen Türkiye’ye “dur” demek olduğunu bilmezler.

-Darbelerin, askerin sırtından bir ekonomik paylaşım kavgası olduğunu bilmezler.

-Darbe öncesi çatışmaların ve katliamların, özellikle darbe gerekçesini hazırlamak ve de darbeye bir meşruiyet kazandırmak olduğunu görmezler.

Ve onlar, bu darbelerin bu ülkeye neye mal olduğunu hiç düşünmezler.

Ya da bilirler, düşünürler de işlerine öyle gelir…

Daha da önemlisi hem iktidarın hem de muhalefetin, tüm beceriksizliklerini ve de ülkenin tüm sıkıntılarını askerin sırtına yıkarak kendilerini temize çıkarmak istediklerini hiç görmezler.

Nitekim o günün siyasi liderlerinden kimi Başbakan oldu, kimi de Cumhurbaşkanı.

Sonuçta demek istiyorum ki, 28 Şubat’ı yapanlar ve onları alkışlayıp kutlayanlar, bir kez olsun bu pencereden bakarak kendilerini bir sorgulasalar.