Çare: her konuda olduğu gibi bu hususta da çare mutlaka vardır. O da İslam’dadır. Önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed SAV. Efendimizin önderliği ve örnekliğidir. Bize olan emir ve öğütleridir.

İnanç hoşgörüsüne dair çarpıcı bir misal arzediyoruz:

İnanç özgürlüğü ile ilgili R.SAV.in sınırsız hoşgörüsü, bundan 1400 küsür sene önce yaşanmış bir olay:

İslam’ın ilk yıllarında R.SAV. Müslümanlara gösterdiği müsamahayı, hoşgörüyü gayrimüslimlere fazlasıyla tolerans olarak sunmuştur.

Hatta o kadar ki, Mescidi Nebevi de Hıristiyanlara ibadet etme izni vermiştir. Yani, mescitte bir köşeyi bölerek sanki Kilise gibi ibadet etmelerine müsaade etmiştir. Olay şudur:

İbni Kesir’in beyanına göre Arabistan’ın belli başlı beldelerinden biri olan ve Hıristiyanların yaşadığı ve hüküm sürdüğü bir yer olan NECRAN HIRİSTİYANLARINDAN 60 kişilik bir gurup Medine’ye R.SAV.i ziyaret edip Müslümanlıkla ilgili birtakım sorular sormak, bilgi almak için Medine’ye geliyorlar. Bu sırada zaman içerisinde ibadet etme ihtiyaçları ortaya çıkıyor. O sırada Medine’de bir kilise mevcut değil. Hıristiyanlıkta ibadetler ancak Kilisede yapılır. Öyle ise toplu halde bir yerde ayin yapmaları zorunlu oluyor. Peygamberimize müracaat ediyorlar. R.SAV. bu Hıristiyan guruba peygamber mescidinin bir kenarında bir yer gösteriyor ve orada ibadetinizi yapın, diyor. Sahabiler camiyi kiliseye çeviriyorlar, ceplerinden hacları çıkararak ona tapıyorlar, bu olabilir mi, ya Resulallah diyerek peygambere itiraz etme cüretini gösterenler oluyor. Fakat peygamberimiz, efendimiz inançlara saygı göstermenin önemini onlara anlatarak onları ikna ediyor.

Şimdi vicdanen düşünelim. Bu olaya bugün bile izin verilebilir mi? Mesela bugün Ulu Cami’de Hıristiyanlar gelse, hac çıkarsalar, ibadet etseler Müslümanlar bunu hoş karşılar mı? Evet, İslam’ın gayrimüslimlere başka inanç guruplarına olan hoşgörüsü, saygısı olarak bunun üstünde bir örnek gösterilebilir mi?

Bu düşüncedir ki, bu anlayıştır ki İslam’ı 10 sene gibi kısa bir zamanda 2 milyon kilometre kareye ulaştıran, bir toprak, bir vatan elde etmelerine sebep olmuştur. Hz. Muhammed SAV. M.610 yılında peygamber olmuş, Miladi 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret etmiş, Mekke’nin fethiyle vefatı arasında 10 sene gibi kısa bir zamanda Müslümanlığı Umman Denizinden alıp taa Afrika çöllerine kadar götürmüştür ve İslam ülkesi 2 milyon metrekareye ulaşmıştır.

20. Asrın en büyük araştırmacı bilginlerinden olan alim ve fazıl kişi Muhammed Hamidullah, Peygamberimizin Savaşları adlı eserinde bu hususu enine boyuna araştırmış, hatta İslam’ın yayılışındaki sebepleri ortaya koyarken, bu hususu da açıklamıştır.

Hz. Ali R.A. irili ufaklı 84 harbe iştirak ettim. Hiçbir harpte hasmım bana kılıç kaldırmadan ben kaldırmadım ve hiçbir kimseyi bana hücum etmeden önce hücum edip öldürmedim. Bu kadar harpte yani 10 senelik zaman içerisinde düşmanla yapılan harplerin tamamı savunma amaçlıdır ve öldürülen düşman askerinin sayısı 400’ü geçmemektedir, hatta 250 diyen vardır. Şehitlerimizin sayısı da 10 senenin ayı kadardır yani 250’ye varmamaktadır.

İşte bu inanca gösterilen toleransın, hoşgörünün bir belgesidir. Bu günün batı anlayışı Akif’in ifadesiyle düşmanlıkta tek kişi kalmış canavar dediği İslamafobi diye isimlendirilen ve İslam’ı terörle özdeşleştirmek isteyen batı anlayışı yüce dinimize hakaret etmekte, bu gibi çok önemli hoşgörü örneklerini göz ardı ederek Müslümana, Müslümanlığa saldırmaktadırlar.

-Peki sayın Fikrettin Hocam, toplumda ve toplumlarda hoşgörü ortamı nasıl sağlanır, bunun şartları nedir? Ayrıca, huzurun temeli olan hoşgörüyü nasıl umumileştiririz, nasıl yaygınlaştırırız?

-Sayın Köklükaya, toplumlarda hoşgörü ortamının sağlanmasının birinci şartı konumdur:

İçinde bulunduğumuz şartlar ne olursa olsun muhataplarımıza karşı tüm söylem ve eylemlerimizde karşımızdakilere sempati, sevecenlik bir yaklaşımla kendimizi onun veya onların yerine koyarak yani empati yaparak yumuşak bir yaklaşım sergilemeliyiz. Asla sinirlenmeliyiz, gerilmemeliyiz, öfkelenmemeliyiz. Çünkü öfke aklı esir eder. İnsanın aklını başından alır ve hoşgörünün birinci düşmanı öfkedir.

Fakat öfkeyi yenmek zordur. Çünkü; öfke kıldan önce, kılıçtan keskin bir köprüden geçmek kadar zordur. Ama onu halletmenin çaresi de hoşgörülü davranmaktır. Bunu başarmaya mecburuz.

Bu hususu sağladığımız anda mutlaka hem kendimizi, hem de muhataplarımızı zafere ulaştırmış, kötülüklerden, hatır ve hayale gelmeyen felaketlerden kurtarmış oluruz. Demek ki hoşgörü sağlamanın birinci şartı empati ve sempatili olmaktır. Yani daima kendinizi muhataplarınızın yerine koyarak, ben onun yerinde olsam ne yapardım diyerek kendimizi hoşgörü ortamında bulmalıyız.

Yunus ne güzel söylemiş;

DÖVENE ELSİZ GEREK

SÖVENE DİLSİZ GEREK

KOYUNDAN YAVAŞ GEREK

SEN DERVİŞ OLAMAZSIN

SEN HAKKI BULAMAZSIN

diyor.

Mevlana Hazretleri de der ki;

EY İNSAN, KENDİNE GEL, HOŞGÖRÜLÜ OL. KİMSEYİ SUÇLAMA, KİMSEYİ YARGILAMA.

GÖRMEZ MİSİN YÜCE ALLAH’IN İRADESİNİ SABAHLEYİN GÜNEŞ DOĞUYOR

HAYVANATI, HAŞARATI, DOĞAYI İNSANLARI AYDINLATIYOR. HİÇ KİMSEYİ DIŞLAMIYOR. EY KULUM, BUNCA NİMET VERDİM, KAŞ VERDİM, GÖZ VERDİM, SEN İSE BENİ İNKAR ETTİN, İNANCIN YOK, SANA GÜNEŞİMİ, HAVAMI, SUYUMU ELİNDEN ALIYORUM DİYOR MU? DEMİYOR. YANİ ALLAH CC. KULLARINI HOŞGÖRÜYOR.

(SÜRECEK)