Barzani'nin büyük itibarla karşılanması, devlet katında devlet başkanı gibi karşılanır oluşu, İsmail Beşikçi'yi hatırlamamıza fazlasıyla yetti. Türkiye'nin doğusunun sosyolojik yapısını inceleyen ve bir "tabu"yu yıkmaya çalışan, bunun için cezaevlerinde yatarak büyük bir bedel ödeyen bu insanı hatırlamamak elde değildi.

Peki kimdir bu İsmail Beşikçi?

Bildiği ve inandığı gerçeği söylemekten çekinmeyen bir aydın. Bunun için 17 yılını cezaevinde geçiren, yazdığı her yazı ve her kitap için emniyette, savcılıkta, mahkemede geçen günlerin sayısı bilinmeyen bir aydın.

Ama tüm bunları umursamayan, boyun eğmeyen; umursamazlığı ve cesaretiyle saygı uyandıran bir kimlik. Ve de yazmaktan usanmayan cesur bir yürek, sakin bir aydın.

Ve İskilipli ve de Çorumlu. Yani bir hemşerimiz. 7 Ocak 1939'da İskilip'te doğdu. Muhafazakâr bir ailenin çocuğu idi.

İlk ve ortaokulu İskilip'te, liseyi Çorum'da okudu. 1962 yılında Ankara üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi.

1965-1971 yılları arasında Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat fakültesinde Sosyoloji asistanlığı yaptı.

Ama "anayasaya aykırı kitap ve yazılar yazdı..." diye üniversite yönetimince görevine son verildi. 1971 başlarında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde göreve başladı.

Beşikçi, 12 Mart 1971 askeri müdahale döneminde yargılandı. Üniversite ile ilişiği kesildi. Cezaevinde yattı, 1974 affıyla çıktı.

Ancak Beşikçi 1979'da yeniden cezaevine girdi, 1987'de çıktı. Ama sorgulanan yazıları ve kitapları nedeniyle 1999'a kadar tutuklu kaldı.

Her yazdığı kitaptan ve de yazılarından ötürü yargılandı. 8 kez cezaevine girdi. Toplam 17 yıl 2 ay cezaevinde yattı.

O, para kazanmak için yazmadı. Çünkü her yazısı başına bela idi. 36 kitap yazdı, 32'si yasaklandı. Kitapları, yazıları 1970'li ve 1980'li yıllarda 141 ve 142.maddelere göre, 1990'lı yıllarda TMY'nın (Terörle Mücadele Yasası) 8. maddesine göre yargılandı.

Ancak 2003 'te bu maddenin kaldırılmasına ve de DGM'ye yapılan başvuruya rağmen kitaplardaki yasak kaldırılmadı. Ama bugün gelinen noktada bu yasağın bir anlamı da kalmadı.

Ne yazık ki, bu devlet onu okumadı. Ne demek istiyor dinlenmedi. Oysaki o, bir sosyal bilimcidir, bir "Sosyolog"dur; elbette araştıracak, soruşturacak ve yazacaktı. Bu bir bilim adamının göreviydi.

Üstelik sosyolojik araştırmalar, bu ülkeyi yönetenlere ve yönetmeye talip olanlara bilgi kaynağı olacaktı.

Nitekim bugün Türkiye'nin sağı da, solu da, İslamcısı da yani Türkiye siyaseti onun dediği noktaya geldi.

Ve Türkiye'nin doğusu "Kürt Sorunu" olarak ifade edildi. Ve bu sorun için

"Demokratik Açılım" denildi. Ve de "Kürt açılımı" denildi.

***

İsmail Beşikçi stajını Elazığ'da, askerliğini Bitlis ve Şırnak'ta yapmış olması nedeniyle doğudaki aşiret yapısına ilgi duyar. Sosyoloji asistanı olan Beşikçi, doktora tezine bu konuyu seçer. Ve Alikan aşireti üzerine tezini yazar.

Ancak bugün için bir ölçüde yıkılmış, o gün için bir "tabu" olan "doğu sorunu" üzerine yazıları ve kitapları hoşa gitmez. Kendisi Kürt olmayan bu Türk'ün doğu ile ilgili yazdığı her yazı, başına bela edilir. Ama 36 kitap yazar bu konuyla ilgili. Çünkü kendisinde bilim adamı sorumluluğu ve de bilim adamı cesareti vardır.

Bilinmelidir ki, bir bilim adamı siyasi tabulara boyun eğdiğinde, aydın olma ve bilim adamı kimliğini kaybeder. İşte, İskilipli İsmail Beşikçi bu kimliğini kaybetmeyen ender bir aydındır.

Tek amacı bu ülkenin doğusundaki sosyolojik yapıyı inceleyip analiz etmek, bu ülkeyi yönetenlere bilgi kaynağı oluşturmaktı.

Bir bilim adamı olan Beşikçi, bunun için doğu toplumunun sosyolojisini araştırdı; devlet ise Beşikci'yi sorguladı, yargıladı. Ve de cezaevini Beşikci'ye mesken yaptı. Ve Beşikçi birçok kitabını, ancak cezaevinde yazabildi.

Zaten bu ülkede cezaevleri, yazarların-şairlerin ve gazetecilerin meskeni olmuştu ve de olmaya devam etmekte. Cezaevleri, şair ve yazarlarımızın yetiştiği birer okul olmuştu ve de olmaya devam etmekte.

Ortaçağda tüm bilimsel gelişmelerin ve bilim adamlarının karşısına kilise çıkmıştı. Modern çağda sosyal bilimlerin karşısına, bizim gibi ülkelerde siyaset çıktı.

Oysaki 1923'ten bugüne modern ve çağdaş bir devlet olma kavgası veren bu devlet, şairlerinden, yazarlarından ve aydınlarından korkmamalı artık. Onları dinleyen çağdaş bir devlet olgunluğunu göstermeli.

Ve de şairlerin-yazarların ve bilim insanlarının, ne iktidarın, ne siyasetin ne de resmi ideolojinin borazancısı olmadığı, olmaması gerektiği bilinmeli.

Çünkü onların, yazdıklarıyla ve araştırmalarıyla ülkesinin daha da çağdaş verilerle donatılmasını istemekten başka bir beklentileri yoktur. Her yazdığına büyük bedel ödeyen bu insanların, bir çıkar beklentisi ise hiç yoktur.

Bilinmelidir ki, yazdıkları için yaşamının önemli bir bölümünü cezaevlerinde geçiren Nazım Hikmet'in, Necip Fazıl'ın şiirleri, bugün yargılayanlar tarafından okunmaktadır. Yani devlet bu insanlardan bir ölçüde özür dilemektedir.

Ve bugün Barzani ile barışan, ona itibar iade eden, kırmızı halılarla karşılayan siyaset, neden İskilipli İsmail Beşikçi gibi bir sosyal bilimciye, cesur bir aydına gereken değeri vermiş olmasın?