2002 yılından beri ABD, İran ve Kuzey Kore'yi nükleer silah yapmakla suçlamıştı. Kuzey Kore Devlet Başkanı, “Bende atom silahı var, bana kullanana kullanırım” demişti.
Ve dikkatler daha çok İran üzerine yönlendirilmişti.
14 Temmuz 2015 günü ise ABD ve BM Güvenlik Konseyi, İran'la nükleer çalışma konusunda anlaştı ve bu anlaşma dünyanın gündemine oturdu.
Peki, bu gelişmelerin tarihçesi nedir? Kısaca bir bakalım.
***
Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi vardır. Bunlar ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin'dir.
Güvenlik Konseyi’nin her kararını bu üyelerin veto hakkı vardır. BM'ye üye 193 devletin aldığı karar, bunlardan biri tarafından veto edilse karar geçersizdir.
Bu 5 daimi üyenin, NPT’ye göre nükleer silah bulundurma hakkı da vardır.
Bunların dışında fiili olarak nükleer silahlara sahip ülkeler Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore’dir.
NPT, yani “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesine İlişkin Anlaşma” 5 Mart 1970’de yürürlüğe girmiş, BM'ye üye 193 ülkeden 189’u bu anlaşmayı imzalamıştır.
İsrail, Pakistan ve Hindistan imzalamamış, Kuzey Kore ise 1985 yılında imzalamışken ABD’nin iddialarına karşılık 2003’te geri çekmiştir.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü’nün (SIPRI) hazırladığı rapora göre, 2014 yılında dünyadaki nükleer silah sayısı şöyledir:
ABD (7300), Rusya (8000), İngiltere (225), Fransa (300), Çin (250), Hindistan (110), Pakistan (120), İsrail (80), Kuzey Kore (belli değil).
SIPRI’nın raporundaki resmi rakamlara göre, 2010’da 22345 nükleer silah sayısı 2014’de 16385’dir.
Ancak nicelikteki düşüşe karşın, nitelikte çok büyük yükseliş olduğu da belirtilmiştir.
***
Peki, İran’ın nükleer silah sorunu nedir?
Bu konuyu biraz geriden almak gerekir.
1951’de Musaddık’in kurduğu “Milli Cephe Partisi” seçimi kazanır ve bir yurtsever olan Musaddık, İran Başbakanı olur.
O gün, İngiltere’nin petrol ihtiyacının tamamını, Avrupa’nın ihtiyacının % 90’ınını karşılayan ve İngiliz BP şirketi tarafından işletilen İran petrolü millileştirilir.
Musaddık’ın iktidarı iki yıl ancak sürer.
Yıl 1953’tür. İngiliz, ABD ve Şah işbirliğinde CIA’nin organize ettiği darbe ile milli duyguları yükselten, anti-emperyal bir İran siyaseti oluşturan büyük yurtsever Musaddık, kanlı bir darbeyle devrilir. İran, İngiliz İşbirlikçisi Şah Rıza Pehlevi'ye teslim edilir.
Petrol yeniden Batılı şirketlerin olur. İran siyaseti, yeniden Batının kontrolüne geçer.
***
Musaddık’ın devrilmesiyle ABD, İran’da “Barış İçin Atom Programı” adı verilen nükleer çalışmayı başlatır.
Bu projeye Türkiye ve Pakistan da ortak edilmek istenir. Ama Türkiye zaten NATO üyesi olmuştur.
Çünkü “İkinci Dünya Savaşı” bitmiştir. “Soğuk Savaş” ilan edilmiştir. ABD, Sosyalist Blok’u çeviren bir “Yeşil Kuşak Projesi”ni gündemine almıştır.
Ve de Sosyalist Blok’a karşı “nükleer bir güç kuşağı” oluşturmak istenmiştir.
Başta ABD ve Batılı devletlerin desteği ile yürütülen bu proje, Şah rejimini deviren “1979 İran İslam Devrimi”ne kadar sürer. Yani Humeyni gelene kadar...
1979 devriminden sonra İran hükümeti bu programı durdurur.
İşte İran’a karşı ambargo o günden başlar. Amaç İran İslam devrimini tasfiye etmek,
İran halkına başeğdirmektir. Çünkü ABD için İran, bölgede en önemli sorun olmuştur.
***
1979’dan beri İran’a karşı ABD’nin uyguladığı yaptırımlar sürekli artmıştır.
2002’de nükleer silah yapıyor iddiasıyla AB ve BM Güvenlik Konseyi’de bu ağır yaptırımlara ortak olmuştur.
Yani İran, üç koldan kuşatılmıştır.
Ambargo ile ekonomisi ve bankacılık sistemi çökertilmeye çalışılan İran, yaptırımlarla dış dünyadan izole edilir olmuştur.
Asıl amaç, İsrail karşısında bölgenin en güçlü devleti konumunda olan İran’ı dize getirmektir. Ama İran siyaseti boyun eğmemiştir.
***
Peki bugün Batı, İran’la neden anlaşmıştır?
Herhalde buna cevap vermek zordur. Buna cevap siyaset bilimcilerinin olmalıdır.
Elbette ki, Batı’nın arkasındaki asıl güç ABD’dir. BM Güvenlik Konseyi’nin yaptığı müzakereler ABD direktifleriyle olmaktadır. Bu tartışılmaz bir gerçektir.
Bugün için İran, varılan anlaşmadan memnundur. Nükleer çalışmalar barışçıl amaçla devam edecektir. Yaptırımlar kalkacaktır. Petrolünü satabilecektir. Ekonomisi ve Bankacılık sistemi uluslararası baskıdan kurtulacaktır.
Bölgede; İran için baskı altında tutulan Türkiye bu anlaşmadan memnundur, İsrail ve Suudi Arabistan memnun değildir.
Yine de ABD’nin ipiyle kuyuya inilemeyeceğine göre, şu soruyu sormak gerekir:
ABD, bu anlaşmaya neden izin verdi?
Şii-Sünni biçiminde parçalanmış Ortadoğu’da ve genelde bölgede, yeni bir politik süreç mi başlatılacaktır? Yoksa bölge politikasının sonu mu yaklaşmaktadır?
Galiba yeni gelişmelere gebe siyasal bir iklim oluşmaktadır diyebiliriz.