20 Aralık “Uluslararası İnsani Dayanışma Günü” imiş.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 2005 yılında “dünya çapında yoksullukla mücadele edilmesi için” bu kararı almış.

Gerçekten, “Küresel İnsani Yardım Raporu 2018” verilerine göre, dünya yüzünde yoksulluk korkunç boyutlarda. Dünyada 2 milyar kişinin yoksulluk, 753 milyon kişinin ise aşırı yoksulluk içinde yaşamını sürdürmeye çalıştığı bu raporda ifade ediliyor. Açlıkla mücadele eden, insani yardıma muhtaç insan sayısı ise 201 milyondan fazla.

İnsanın içini karartan rakamlar bunlar.

Kıtlık, kuraklık, doğal afetler, en vahimi de savaşlar, çatışmalar…Milyonlarca insanı sefalete mahkûm eden nedenler…

*

Doğal afetler, gelişmiş, gelişmekte olan, az gelişmiş, geri kalmış tüm ülkelerin başına gelebiliyor. Ülkenin gelişmişlik düzeyine göre afet yaraları sarılabiliyor, ekonomik bakımdan geri ülkelere de uluslararası yardım elleri belirli ölçülerde ulaşabiliyor. Ama öyle ülkeler var ki, açlık adeta kader olmuş.

Açlıktan bir deri bir kemik kalmış, iri gözleri çaresizlikle bakan çocuk fotoğraflarını, görüntülerini izleyip de gözleri yaşarmamış insan var mıdır?

Batı’da “insani dayanışma” adına büyük büyük laflar edilirken, o çocukları açlıktan kurtaracak yardımların ulaştırılamayışını hangi gerekçe affettirebilir ki?

Hele de savaş ve iç çatışmaların günahını kim taşıyabilir ki?..

*

Büyük Atatürk, vatanın varlığı, milletin birliği tehlikeye düşmedikçe savaşın cinayetten farksız olduğunu ne güzel ifade etmiştir.

Ama, emperyalist hedefler uğruna nice iç karışıklıklar, nice savaşlar çıkarılıyor. Ve nice insanlar, nice kadınlar, çocuklar bir hiç uğruna katlanılmaz eziyetlere maruz kalıyor, yaşamını yitiriyor.

İşte komşumuz Suriye’de baş gösteren karışıklıklar, yüzbinlerce Suriyeli’nin hayatını kaybetmesiyle de kalmadı, ölüm korkusuyla yurdunu-yuvasını terk eden insanlara insani kaygılarla kucak açan ülkemizi de büyük sıkıntılara soktu.

Ülkemizde resmi rakamlarla 3.6 milyon civarında Suriyeli’nin mülteci olarak yaşadığı biliniyor.

Ne var ki, Türkiye, bu insanlar için 40-50 milyar doları gözünü kırpmadan harcayacak zenginlikte değil, birincisi…

İkincisi de, bu kadar yoğun mültecinin varlığı, asayiş sorununu beraberinde getiriyor. Bazı kentlerde çok ciddi gerilimler, kavgalar yaşanıyor.

Ve üçüncüsü: “Bu çoğalma hızıyla, 30, 40, 50 yıl sonra Türkiye bir Arap ülkesi mi olacak?” sorusu beyinleri kemirmeye başlıyor.

*

Çatışmadan kaçan insanları, sınırdan topla-tüfekle geri çevirmeyi, vicdan sahibi hiç kimse düşünemez. Türk milleti de gelen mültecilere samimi olarak kucak açtı. Ama, nereye kadar?

Savaşı çıkaranlar, bu insani felaketin sorumluluğunu hiç üzerlerine alıyorlar mı?

Ya da, biz neden bu kadar sorunun tam ortasında bulduk kendimizi?

Vicdan sahibi olmak, hep böyle büyük bedeller ödemeyi mi gerektirir?

Evet, zorunlu olmadıkça savaş cinayettir!

İnsani dayanışmadan bahsediliyorsa, önce bu ilke üzerinde birleşilmeli; savaş mağdurları yaratılmamalı.

Doğal afet mağdurlarına daha kolay ulaşılabilir o zaman.