Zübük, halk arasında, kendi çıkarları için her yolu mubah sayan kişiler için kullanılan bir deyim. Kısaca, ikiyüzlü, menfaatçi, yalaka ve dönek diye de nitelenebilir.

Aziz Nesin’in romanının adı “Zübük/Kağnı Gölgesindeki İt” idi.

Ve büyük yazarın yarattığı karakter, bu tür niteliksiz kişilerin prototipi olarak hâlâ belleklerde ve örnekleri de toplum içinde yaşıyor.

Zübükler için, hak ve hukukun, namusun, dürüstlüğün, gururun, insanlık onurunun ve toplumsal kazanımların hiç önemi yoktur.

Bu girişten günümüze, Muharrem İnce ve Mustafa Sarıgül gibi isimlerin siyasi çıkışlarına gelecek olursak, demokrasi güçleri bunları zaten denizin tortularını kıyıya ittiği gibi itmiştir. Bunlar kendilerini bir yerlere getiren demokrasi güçlerine zarar verme pahasına, kendi ihtirasları için her yola başvururlar. Bunlar analarından başkan ya da genel başkan doğmuşlardır. Başkan olamazlarsa dünya yansa umurlarında olmaz. Varsa bunlar, yoksa bunlar… Kendi dışındakileri armut toplayan ırgat gibi görürler. Şeytanla iş birliği yaparlar. İçinden çıktıkları kuruma ya da topluma ihanet etmekten çekinmezler.

Muharrem İnce, CHP’nin daha önce kendisini Cumhurbaşkanı adayı göstermesinin kerametini kendinden bilerek onu kullanmaya çalışıyor. Oysa o, adaylıkta CHP’ye önemli bir kazanım sağlayamadı. Ekmelettin İhsanoğlu’nun bile 8 puan gerisinde kaldı. Haksızlık, hile karşısında “binlerce avukatı Yüksek Seçim Kurulu (YSK) önüne yığarım” gibi sözler söyleyerek şovlar yaptı. Saat 21:00’de daha oy sayımı bitmeden kendisine oy verenleri sırtüstü bıraktı. “Adam kazandı” diye mesaj atıp sırra kadem bastı.

Seçim sürecinde ilkesiz, vizyonsuz ucuz polemiklerle kampanya yürüttü. Rakibine karşı söylemlerinde, “O bana bay dedi. Eeee ben de ona bay bay dedim.” gibi sözlerle olayı gülmeceye dönüştürdü. Yetmedi, halkçılığını kanıtlamak için babasının celep olduğunu, kendisinin de “ahırda danaları çözüp bağladığını” filan söyleyerek birincil görevini yineleyip durdu. Halkın doğal yaşamını diline dolamakla “Halkçı Muharrem” olacağını sandı.

Bence Sayın İnce, dana çözüp bağlama işini sürdürse partisine ihanet etmekten daha onurlu bir iş yapmış olurdu.

Halkçılık, rahmetli Sayın Ecevit’in “Kalkınma köyden başlayacak... Bu düzen değişmelidir... Ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen.” gibi söylemleri ile vizyon sahibi olarak yapılır. Ucuz polemiklerle değil…

Halkçılık, Sayın Kılıçdaroğlu’nun yaptığı gibi emeklileri, ezilenleri, işçileri, kapıcıları uğraşın odağına koyarak oluyor. Bayramlarda emeklilere ödenen biner liralık ödeneğin Kılıçdaroğlu’nun uğraşı ile alındığını bugün herkes biliyor. Kapıcıların sorunlarına eğilmesi sonucu, iktidarın “kürküne yılan kaçmış” olacak ki Kılıçdaroğlu, yandaş medya tarafından “Çöpçüler Kralı” ilan edildi.

CHP’nin oylarını alarak istifa eden üç milletvekili dürüstçe, milletvekilliğinden de istifa etmelidir. Çünkü oylar CHP’ye verilmiştir. Muharrem İnce’nin ayrılma sürecinde ilk çıkış noktası CHP’nin son kurultayında “tuvaletin önüne oturdum” şeklindedir. CHP’den istifa etmeden bir parti kuracağı söylentileri dolaşmaktadır. Partisinin adı da büyük olasılıkla “Adam Kazandı Partisi” olacaktır.

İnce, kampanyasının (çalışımının) adını “Memleket Hareketi” koymuş. “Tuvaletin Önünde Oturdum Hareketi” olsaydı daha yerinde olurdu.

- İlkeniz nedir?

- Yok.

- Vizyonunuz var mı?

- Yok.

- Siz CHP’den farklı ve daha ileri ne yapacaksınız?

- O da yok.

Bildiğimiz en önemli gerekçe, “Tuvaletin önüne oturdum.”

Başka ne gibi gerekçeleri var? Cumhurbaşkanı adayı olacağına söz verilmesini, bu da olmazsa CHP genel başkanı yapılmasını istiyor. Kısaca İnce, “hem suyundan, hem denesinden” bol kepçe istiyor. Hiçbiri olmadığında da iktidarın “truva atı” olmaya soyunuyor. Önü sonu elindeki üç milletvekilini istifa ettiriyor.

Bir eylemin ereğini anlamak için kimin işine yaradığına bakmak gerekir. Yaşanan durumdan dolayı iktidarın yüzünde güller açıyor. Yandaş medya ise, “üç çürük yumurtadan cücük çıkarma” derdinde. Kısaca, ebemi dedem yapmaya çalışıyorlar.

Kolay gelsin…