Bu ölçüsüz, bu kontrolsüz, neye hizmet ettiği belli olmayan ve artık kabak tadı veren bu kavga için…

Amacı, nereye gideceği, nerede duracağı hiç belli olmayan ve kin, öfke, hakaret dolu bu kavga için…

Ve de bu ülkenin kurucu değerlerine asla yakışmayan bu kavga için…

Elbette sormak gerekir:

-Bu toplum, seviyesi düşük bu karşılıklı hakaretleri dinlemek zorunda mıdır?

-Yazılı ve görsel basın, ipe-sapa gelmez bu hakaretleri, her gün vermek zorunda mıdır?

-Ve de siyaset, bu toplumun ruh sağlını bozmak zorunda mıdır?

Oysaki ne demişti bilge kimlikler:

“Dildir insanı ‘abat’ eden, dildir insanı ‘berbat’ eden.”

“Dizginsiz dil ‘bela’ getirir ve kişi, dilinin altında gizlidir.”

Büyük ozan Yunus, 700 yıl önce, bu seviyesiz kavgayı daha da özetlemişti.

Ve de “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı” demişti.

***

Nitekim bu toplumun vicdanını yaralayan Gara Operasyonu’ndaki 13 şehit için, iktidar ve muhalefet arasındaki seviyesi düşük söz düellosuna baktığımızda:

-Sanki ölü seven bir toplum gibi şehit cenazelerinden bile faydalanılır olunduğu…

-Siyasetin, siyasi ahlaktan ne kadar yoksun bulunduğu…

Ve de siyaset dilinin ne kadar kabalaştığı, ne kadar hoyratlaştığı, ne kadar saldırganlaştığı görülür olmuştur.

İşte bu nedenle sormak gerekir:

-Siyaset, hakaret mi etmektir?

-Siyaset, kışkırtıcı mı olmaktır?

-Siyaset, nefret tohumu mu ekmektir?

-Siyaset, kin ve öfke mi kusmaktır?

Evet, siyaset bu mudur ve de bu ülkeye yakışan siyaset bu mu olmalıdır?

***

TDK'da ahlâk, “Bir toplum içinde insanların uymak zorunda bulundukları davranış kuralları” olarak tanımlanmıştır.

Siyasi ahlak ise siyasetin diline, yaşamına, siyasi anlayışına yansıyan davranış kurallarıdır.

Ve de siyasi ahlak, bir devleti ayakta tutan değerler yargısıdır.

Nitekim Atatürk:

“Bir milletin ahlak değeri, o milletin yükselmesini sağlar” demişti.

Ve de “Bir millet, zenginliğiyle değil, ahlak değeriyle ölçülür” demişti.

Elbette bu sözlerin daha öncesi de vardı:

Hacı Bektaşi Veli, bundan 800 yıl önce “eline, beline, diline sahip ol” demişti.

Peki, Anadolu'ya ekilen bu ahlaki çağrışım siyasette yer bulmuş mudur, siyasette yer almış mıdır, siyasetin diline girmiş midir? Hayır…

Mevlana, tam 800 yıl önce “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün” demişti.

Peki, toplumsal ve siyasal dürüstlüğün temsili olan bu ahlaki çağrışım, siyasette yer bulmuş mudur, siyasette görünür olmuş mudur? Hayır…

Çünkü:

Siyasi ahlâkta farklı siyasetlere, farklı siyasi kimliklere hakaret yoktur. Ama bizde vardır.

Hem de çok seviyesiz, hem de bir sokak jargonu ile...

Siyasi ahlâkta, topluma kin ve nefret tohumu ekmek yoktur. Ama bizde vardır.

Tüm grup konuşmalarında, tüm günlük konuşmalarda, yazılı basında ve TV kanallarında yapılan tüm söyleşilerde olduğu gibi...

***

Ve bugün öyle bir noktaya gelinmiştir ki:

Siyasi ahlâk yoksunluğu ve ekilen nefret tohumları; bu ülkede toplumsal ahlâkın, toplumsal terbiyenin, toplumsal hoşgörünün de gelişmesine engel olmuştur.

Evet, maalesef ülkemizde siyasi ahlâkın panoraması ve geldiği seviye, özet olarak budur.

Ve de bu ülkede, dolgusu devlet adamlığı olan politik kimlikler, mumla aranır olmuştur.

Nitekim bu kimliklerden yoksun siyaset ve siyasetçiler için:

Atatürk, “Memleket, dayanışma isteyen bir birliğe muhtaçtır. Alelade siyasetçilikle milleti parçalamak, hıyanettir” demişti.

Fransa devlet başkanlarından De Gaulle, “Siyaset, siyasetçilere bırakılmayacak kadar ciddi bir meseledir” demişti.

ABD başkanlarından Franklin D. Roosevelt, “Bağımsızlar, siyaseti siyasetçinin tutsaklığından kurtarmayı isteyenlerdir” demişti.

Ünlü İngiliz yazarı Nobel ödüllü Joseph Rudyard Kipling ise “En kudretli uyuşturucu, siyasetçinin ağzından çıkan kelimelerdir” demişti.