Bizim kuşak, Atatürk ilkeleriyle ve çağdaş insanlık değerleriyle yoğrulmuş “idealist” bir kuşaktı.

Yurtseverdi, insanseverdi, halkseverdi…

Hak, adalet ve utanma duygusuna sahipti.

Sevgiden, barıştan, güzellikten yanaydı.

Bütün bu değerlerin yüzde yüz zıddı bir yaşam felsefesine sahip olanlar yok muydu?

 

Olmaz olur mu?

Ama “istisna” sayılacak kadar azınlıkta kalırlardı.

Ya da biz öyle sanırdık.

Bugün diyoruz ki:

“Toplumumuz, istisnalar dışında, hırsızlardan ve çalma fırsatı bulamamışlardan oluşuyor.”

Namuslu kalabilmek büyük “erdem” haline gelmiş…

Ya da büyük “beceriksizlik”…

Üçkâğıtçılık, vurgunculuk, yalakalık, istismarcılık, haksızlık, hukuksuzluk prim yapar hale gelmiş.

İyi ve güzel değerlere sahip olmak, “ahmaklık”, “avanaklık”, “iş bilmezlik” addedilir olmuş.

Para “en yüce değer” mertebesine yükselmiş.

İnsafsız, merhametsiz, kazıkçı, dolandırıcı, soyguncu, sömürücü, pezevenk, kıro, maço…Tüm kirli sözcükleri yan yana yazın, hepsinin üzerini kapatabiliyor para…

Elbette, namusuyla, şerefiyle, zekâsıyla, bilgi ve becerisiyle para kazanmış insanların bu yazdıklarımızdan alınmayacaklarını da biliyoruz.

Zira, neredeyse çeyrek asırdır, Atatürkçü, laik, demokrat, çağdaş ve uygar sözcüklerinde ifadesini bulan yaşam felsefemizi ve değerler bütünümüzü sıkı sıkıya korurken, ekonomik bakımdan tam anlamıyla “liberal” düşündüğümüzü de, hem dostlarımız, hem okurlarımız çok iyi bilirler.

Kastımızın başka olduğunu da en iyi onlar anlarlar.

2010’dan 1970’i çıkarınca geriye 40 kalıyor.

Yani, 17 Eylül 2009 günü meslekte 40. yılımıza girmiştik, şimdi basit bir çıkarma işlemi de 40’ı gösteriyor.

Onun için, 2010’la birlikte 40 yılın şöyle bir muhasebesini yapmak gerekir diye düşünüyoruz. Bölük pörçük de olsa bunu yapmaya çalışacağız.

“İdealist” sözcüğünü hatırlamamızın nedeni ise, bugün çıkacağımız seyahat…

Baştan belirtelim ki, “Yine özel yaşamından bahsetmiş” diye düşünecekler, yazdıklarımızı okumak zorunda değiller. Gezi notlarımızı da okumak zorunda değillerdi zaten, özel toplantılar ve buluşmalarla ilgili haberlerimizi de…Sosyal yaşam gerçeğini algılayamamışlarsa, dostluğu, güzelliği, sevgiyi duyumsayamıyorlarsa, biz ne yapabilirdik?..Kendi kendilerine bile itiraf edemedikleri “Bu fotoğrafta ben niye yoğum?” kompleksi idiyse karşıtlıklarının nedeni, elden ne gelirdi?..

Evet, bizim damadımız Alper Ergüder de, değerli dostumuz Ünal Kakaç’ın oğlu Can Emre Kakaç da Mardin’de kısa dönem asker.

Alper idari hakim, Can Emre hukuk mezunu.

Bugün öğleden sonra Mardin’e uçacağız, yarınki yemin törenlerinde o büyük gururu ve coşkuyu onlarla paylaşmak için.

Başlıktaki “idealist” sözcüğü, tam da Alper için seçilmiş bir sözcük.

Tetkik hakimi olarak Ankara’da kalabilirdi, ama “Ben Anadolu’da, gerçek mânâda hakimlik yapmak, mesleğimde kademe kademe yükselmek istiyorum” dedi, kur’asını çekip Elazığ İdare Mahkemesi Üyesi oldu.

Onunla övünüyoruz.

Çocuklarımızı da öyle yetiştirdik biz. Cumhuriyet değerlerine bağlı, ama siyasi fanatizmin dışında…Dürüst, namuslu, vatansever, milletsever…

Şükür ki, kızımız da böyle bir eş seçti.

Parayla pulla ölçülemeyecek bir iç ferahlığı, yüz aklığı bu.

Ama, 2010 değerlendirmelerimizde farklı bir yaklaşıma da hazır olmalısınız.

Hep yapıcı oluşumuzu, bardağın hep dolu tarafını görüşümüzü kimilerinin yanlış anladıklarını fark ediyoruz.

İlkelerimizi elbette koruruz, ama kalemimizin biraz daha sivri ucuyla yazmayı da pekâla biliriz.

Zibidiye zibidi demek zamanı gelmişse, evvelallah âlâsını yaparız.

Şu Mardin’e gidip dönelim bakalım hayırlısıyla.