Hukukun sözlük anlamı; ‘Toplumu düzenleyen ve devlet yaptırımıyla güçlendirilmiş bulunan kuralların, yasaların bütünü. Bu kuralları, yasaları, hakları konu alan bilim dalı’ olarak tanımlanıyor.

Ahlâk ise; insanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı birtakım tutum ve davranışların tümü. Kişide huy olarak bilinen nitelik; iyi ve güzel olan nitelikler.

Her hukuki olan ahlâki midir? Ya da her ahlâki olan hukukla, güvence altına alınmış mıdır?

20 nci Yüzyıl’ın önde gelen hukuk felsefecilerinden Lon Louis Fuller’ e göre “parlamentolar seçime dayalı güçlü bir meşruiyete sahip olsalar da kanun yapma yetkilerini kullanırken bazı hukuki ahlâki sınırlara uyma zorunluluğundadırlar.”*

Buradan anlıyoruz kanunlar yapılırken, o ülkenin özgül koşullarının yanında, evrensel ve ahlâki değerlere uymak ve gözetmek gerekmektedir. Bu nedenle hukuki terimler arasında sık sık “yaşamın olağan akışı” deyimini duyarız.

Sayın Şahin Filiz’in Veryansın Televizyonundaki açıklamalarından anlıyoruz ki; Badeci Müptezel’in 62 yıl olarak belirlenen cezası, “mağdurların rızası olduğu” gerekçesiyle Yargıtay 14. Ceza Dairesi tarafından bozulmuştur. Ceza kaldırılıp tahliye kararı verilirken gerekçe şöyle kurulmuş: "Kendisini din alimi olarak tanıtan sanığın oral ve anal yoldan gerçekleştirdiği cinsel ilişki eylemlerinde, cebir ve tehdit kullanmadığı gibi mağdurların da bu yönde bir iddialarının bulunmaması, sanığın kendisine itibar edilmesini sağlamak amacıyla sarf ettiği sözlerin, aldatıcı nitelikten uzak olması ve eylemlerini mağdurların rızası ile gerçekleştirdiğinin anlaşılması karşısında..."

Sözkonusu gerekçeli kararda Badeci Müptezel’in söz konusu eylemi gerçekleştirdiği vurgulanıyor. Bu eylemi “Mağduru zorlayarak değil, rızasını alarak” yaptığına yer verilerek tahliye ediliyor.

“Rızası olana oral ve anal yoldan, herşey yapılabilir mi?” diyeceğiz. Bu rızanın çocuğun dini duygularının sömürüldüğü gerçeğini nasıl yadsıyacağız. Hukuken olay kitabına uyduruluyorsa, ahlaken ve toplum vicdanında da aklanmış oluyor mu?

Bir başka deyimle vergi kaçırmak için, bazı vergi cenneti adalarda şirketler kurulsun. Diyelim ki Man Adası’na para gitsin veya gelsin, hukuken kitabına uyarsa, şirket ceza almazsa, ahlâken ve kamu vicdanında o şirket aklanıyor mu?

Tarikat kurumuna teslim edilen çocuğun, kimliği ve kişiliği baştan, tarikat yurtlarına eşikten adımını atarken alınıyor. “rıza” nasıl ve hangi koşullarda oluşmuştur. Bir çocuğun “oral ve anal” yoldan kendisine tecavüze rıza göstermesini “yaşamın olağan akışını” her fırsatta dile getiren hukukçu mantığı ile nasıl örtüştüreceğiz? Çocuğun rızası diye bir dayanaktan nasıl bahsedilir? Sonuçta iki üye karara itiraz etmiştir.

Bu söz konusu çocuklara tecavüzü tartışırken Bekir Bozdağ’ın “Küçüğün rızası varsa” deyimi ile pek uyumlu. Eh bir dönemin adalet bakanı böyle derse, çıkan kararlara şaşırmamak gerekiyor. Kısacası iktidar ektiğini biçiyor.

Badeci Müptezel, mağdurlara utanç verici tecavüzünü, “manevi ilim aktarmak” için yaptım diyerek kendisini savunmaktadır. Oysa birtakım hile ve yanıltmalarla çocukları kandırmış, karşı durmasını önleyen söz ve davranışlarda bulunduğu apaçık ortada.

Bu tür iğrenç eylemler, ne Türk Toplumu’nun, ne de kutsal inançlarının bir yansıması olabilir. Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhuriyetin kurucularına hakaretten fırsat bulup, bu tip sapkınlıklara değinemiyor.

Tarikat yapılanmaları zaten baştan yanlış ve suç. ‘Eğri cetvelden doğru çizgi’ beklemek saflık olur.

Uygarlığın doğrusu; Hukuk ve ahlakın, akıl ve bilimin evrensel değerler çerçevesinde ki bileşkesi olsaydı, sonuçlar böyle olmazdı.

*http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/545.pdf