Güz gelir ağaçlar döker gazeli
Böyle gelmiş böyle gider ezeli
Bu dünyada kim sevmez ki güzeli
Kimi cilve kimi naza birikir

Aramızdan ayrılan halk ozanlarından Kemal Özgür’den bir anı:
Kemal abi Çorum’un Palabıyık köyünde ilkokulu bitirir. Okuldan kalan boş zamanlarında “kömüş” ineklerinin bakımını üstlenir. O yıllarda zaman zaman kömüşler dövüştürülür. Palabıyık köyünde üzerine titrediği kömüşünün üzerine kömüş yoktur.
Geçmiş yıllarda bu günkü adıyla endüstri meslek liseleri, ilkokulu bitiren öğrencileri sınavla okula almaktadır. Başarılı olan öğrenciler beş yıl eğitim gördükten sonra meslek lisesi mezunu olarak diplomalarını alır. Kısa yoldan hayata atılmak isteyenler için bulunmaz bir fırsattır. O yıllarda meslek lisesinde okuyan bir hemşerimin anlattıklarına göre okulda başarılı olanlara kendi okullarında öğretmenlik yapmaları önerilirmiş. Okul sonrasında kendi mesleklerinde iş yeri açanların sayısı az değildir. Mezunlarımız, çalışmaya başladığı işletmelerde memur maaşlarıyla karşılaştırılamayacak bir ücretle çalışırlarmış.
Kemal ağabey, sınavdan çıktıktan sonra yürümeye başlar. Milönü’nde bulunan Cingit Pınarına geldiğinde toplanan kalabalık dikkatini çeker. Merakını gidermeye çalışır, ancak başarılı olamaz. Gözüne kestirdiği yaşlı birine neler olduğunu sorar. Horoz dövüşü olduğunu öğrenir. Çocukların sorusu bitmek bilmez. İki tane küçük horoz dövüşürken bu kadar çok insanın burada toplanmasına bir anlam veremez.
Yaşlı amca “Yeğenim, senin aklın bu işlere ermez. Horoz dövüşünün içinde yüz lira para var.”
Kemal ağabey boş durur mu? Başlar konuşmaya: “İki tane küçük horoz için yüz lira para koyanlar, bizim kömüşler için nelerini ortaya koymaz?”
Aldığı yanıt karşısında öfkelenen amca, onun kolundan tutar. Kendi deyimiyle yoruluncaya kadar döver. Sonunda bırakır. Birkaç adım attıktan sonra yeniden bir soru sorar “Emmi senin adın nedir?”
Sinirlenen amca peşinden koşmaya başlar. “Vay, itin eniği; adımı öğrenip büyüdüğünde beni mi döveceksin?”
Aradan yıllar geçer. Kemal Özgür, okulu bitirip çalışmaya başlar. Bir akşamüstü işyerinden evine dönerken yolda bastonuyla yürüyen birisi dikkatini çeker. Yüzü tanıdık birine benzemektedir. Sonunda anımsar. Selam verip konuşmaya başlar. Yaşadıkları olayı anımsatır. Amca karşılık verir “Şimdi sen beni ferah ferah (kolaylıkla, hiç zorlanmadan anlamında) döversin.”
Bastonuyla yolda zor yürüyen amcaya hoşçakal der oradan uzaklaşır.
Ölmüş bir insanı gülümseyerek anmak ne kadar doğru; o kadarını bilmiyorum. Ancak onu tanıyanlar onun gülümseyen yüzünü, sohbetlerinde kahkahalar atan dinleyicileri anımsar. Şiirlerinin yanı sıra anlattığı olayları bir kenara yazma fırsatını bulabildi mi?