Geçen pazar günü Yalıkavak’ta Galatasaray- Antalyaspor ve Osmanlıspor-Fenerbahçe maçlarını seyrettim. Galatasaray ve Fenerbahçe takımları sahaya
Sağlık Bakanlığının hazırlamış olduğu “HER GÜN ON BİN ADIM” afişiyle çıktılar.
Sağlık Bakanlığının bu güzel önerisini çok sevdim.
Maalesef, insanlarımız, özellikle bayanlarımız spor yapmıyorlar.
Spor yapmadıkları için de sağlıklı ve sportif bir görünüşe sahip değiller.
Bir atasözünde, “Hareket etmeyen zincirlerini fark edemez” denir.
Çok doğru bir teşhistir  Ben beş yaşımdan beri hareket halindeyim. Rahmetli babam Mustafa Kemal Özata beni beş yaşımda ava alıştırdı. Yaklaşık 67 senedir yürüyorum.
Osmancık, Hacıköy, Kargı, İskilip, Alpagut, Dodurga ve Zeytin dağlarında dolaşmadığım yer kalmadı. Dünya çevresini iki buçuk defa dolaştım.
(Yaklaşık yüz bin kilometre yaptım.) Çok şükür hiçbir sağlık problemi de yaşamadım.
Doktorlar televizyon kanallarında sık sık diyet yapmamızı önerirler.
Çok sevdiğim bir tıp profesörü arkadaşım “Hocam yarım yiyeceksin” diye çok kısa bir öneride bulundu. Ben de bu öneriyi şu dörtlükle dile getirerek uyguluyorum.
Bugüne kadar tam yedin, yarım yiyeceksin,
Bilinçli beslenmek nedir, nasıldır bileceksin,
Can boğazdan gelir boğazdan da gidermiş,
Korkarım, ecel kapıyı çalınca öğreneceksin…(Mehmet Özata)
Galatasaray-Antalya maçını heyecanla izledim ve Galatasaray’ı çok beğendim. Osmanlıspor-Fenerbahçe maçı da çok heyecanlı ve çok güzeldi.
Türkiye’de futbol maçları “Yabancı Futbolcular Ligi’ne” dönüştüğü için artık keyif almıyorum. Nasıl bu günlere geldik, hiç anlayamıyorum.
Yabancı futbolcular yüzünden Türkiye’de yerli futbolcu yetişmez oldu.
Türk Milli takımı da Alman liginde yetişen Türk çocukları sayesinde ayakta duruyor.
Türk Milli takım teknik direktörü Fatih Terim’le milli futbolcuların yaşadıkları sorun hiç hoş değil. Zaten elimizde yetişmiş birkaç futbolcu var, onları da küstürmek Fatih hocaya hiç yakışmadı.  
Yalıkavak’ta tatile devam ettiğim için bol bol kitap okuyorum.
Televizyonlardaki aptal dizileri hiç seyretmiyorum.
Her dizide, varoş dudaklı uzun bacaklı (bu tabiri, çok seviyorum) güzel kızlarla yakışıklı gençler sürekli bir gerginlik içinde aşk, ihanet, aldatma, taciz, tecavüz, entrika, cinayet ve vahşet yaşayarak insanları geriyorlar.
Özellikle genç kızlar, korkunç bir öfke patlamasıyla rollerini ölümüne oynayarak erkeklerin canına okuyorlar. Zavallı gençler de büyük bir sabır ve çaresizlik içinde 
öfke patlamalarını sineye çekmek zorunda kalıyorlar. 
Kırsal kesimde bu dizileri seyreden kızlarımız, “demek ki hayatta böyle şeyler oluyormuş” diyerek, kocalarına aynı tavırları sergilemeye kalkınca, gazetelerde okuduğumuz aile faciaları yaşanıyor. 
Maalesef, toplum olarak hâlâ cinselliğin mağara dönemini yaşıyoruz.
Cinsellikten, tacizden, tecavüzden, şiddetten, ilkellikten ve vahşetten başka bir hayatımız yok gibi.
Ertesi gün anlı şanlı gazetelerimizde bu aptal dizilerin kritiği tevatür ediliyor.
Kazara bir dizide oynamış genç kızların hayat görüşleri, hayat felsefeleri anlatılıyor.
Sevgili halkımız ve sevgili bayanlar, siz bu aptal dizileri seyrettikçe bu diziler çevrilmeye devam edecek. Lutfen, ama lutfen!
TELEVİZYONLARIN DÜĞMESİNİ KAPATIN VE HAYATIN DÜĞMESİNİ AÇIN.
HER GÜN ON BİN ADIM ATARAK SAĞLIKLI BİR HAYAT YAŞAYIN. ÇOCUKLARINIZA DA İYİ BİR ÖRNEK OLUN. ONLARI İYİ BESLEYİN, İYİ EĞİTİN.
5 Ekim 2016, Yalıkavak