24 Kasım akşamı Tugay aradı.
Öğretmenler Günü’ydü ya, beni “hayat öğretmeni” kabul ediyordu ve günümü kutluyordu.
Çok duygulandım.
“Hayatı böyle mi öğrettim çocuklar size!” diye gözyaşlarımı içime akıttım.
Mustafa bırakıp gitti.
Tugay, avukatlığa başlayıp ayrıldı.
Biliyorum ki mutsuz…
Biliyorum ki, O da ıskaladı hayatı…
Hay Allah !
Neden böyle?
Neden, tertemiz kalpli, zeki, yetenekli gençlerimiz, hak ettikleri hayatı yaşayamıyorlar?
Neden, sanki ellerinin tersiyle itiyorlar düzeni, huzuru, mutluluğu?...
*
Bir şeyi daha biliyorum; tuzaklarla dolu hayat.
Tuzağa düşerseniz kaybediyorsunuz…
Her şey bir yana, ruh sağlığınızdan bir şeyleri kaybediyorsunuz.
Mustafa’da olduğu gibi, sonradan toparlasanız da, mutluluğu yakalasanız da, geçmişin tahribatları rahat bırakmıyor bedeninizi.
*
Kimi zaman “tahammül edilmez” davranış bozukluklarına dönüşen huylarına rağmen sevdim Tugay’ı.
Bunca yıl Mustafa’dan ayırmadım.
Hoş, ÇORUM HABER’i yaşatma kavgasını birlikte verdiğimiz tüm çalışma arkadaşlarımı seviyorum.
Tugay da, tüm çalışma arkadaşlarını, hatta dostlarını yerine göre hırpalayan, inciten, üzen, ama bir sıkıntıları olduğunda da cansiperane koşan bir “insan”…
İnsan gibi insan…
Bana çok “Nasıl tahammül ediyorsun?” diyen olmuştur. Onlara hep “O’nun tertemiz yüreğini biliyor musunuz?” yanıtını vermişimdir.
Evet, her türlü yeteneğinin, meziyetinin ötesinde “temiz kalbi”…
*
Tugay!
Benim için “hayat öğretmenim” diyorsan, iyi düşün; ben sana böyle öğretmedim.
Aydınlık bir yaşam, iyilik ve güzellik öğütledim hep, sana da, tüm sevdiklerime de.
Zaaflarıma yenilmek benim kitabımda yok çünkü.
Her ne kadar hayat bize adil davranmamışsa da, zayıf yönlerimizi güçlendirmek, yılgınlığa düşmemek, yorulmamak, teslim olmamak zorundayız.
Ben de, hepimiz de.
*
Tugay!
Bak Mustafa’yı kaybettim.
Senin de bir başka şekilde eriyip gitmen ağır gelir bana.
Bu kadar uğraştan sonra elde ettiğin pırıl pırıl bir mesleğin var.
Avukatsın.
Ve de, bu zekâ, bu sosyal çevre pek az kimsede var.
Seni dimdik, ayakta görmek istiyorum.
Sevdiklerin için yap bunu.
Ayağa kalk!
Haydi Tugay!
*
HAYATIN İÇİNDEN DİMDİK YÜRÜYÜP GEÇTİ
Arkadaşı Ferhat Özeral, O’nu toprağa verişimizin hemen ertesi günü, 14 Ekim 2014 tarihinde, duygularını şiirsel bir anlatımla dile getirmiş.
21 Kasım günlü gazetede yayınladık.
Bir cümlesi var ki, gerçekten Mustafa Yolyapar’ı anlatıyor: “Hayatın içinden dimdik yürüyüp geçti!”
Eğilmedi, bükülmedi, yamulmadı…
İnandığı gibi yaşadı; kendi doğrularının arkasından gitti.
Her cefaya göğüs germesini bilerek…
“Seni hangi dizelerin, denizlerin, göklerin içinde arayıp bulsaydım…O tertemiz yüreğini, gülen yüzünü, dolu dolu hayata bakışını…” diyor Ferhat.
Öyle derindi ki dostlukları Mustafa’nın, gerçek, sağlam, kalıcı…
Ferhat’a kulak verelim yine: “Türkülerin umuda dairdi, özlü şarkılar söylerdin. Sohbeti, bir de demli çayı çok severdin. Çok güzel rakı içerdin. İçince de senin gibi içmeli hani…”
Mustafa’nın sık sık “Dünyayı güzellik kurtaracak” dediğini de anımsatıyor Ferhat, çalışkanlığını, azmini, olgunluğunu, hoşgörüsünü anlatırken de “Hep barıştan, hep dostluktan yanaydı. Kırılırdı, ama hiç kırmazdı. İncinirdi, ama incitmezdi. Kin tutmazdı” diyor.
Bir cümlesi daha var ki: “O’nu tanıyan herkes sevdi.”
Belki de bir yaşamın özeti bu:
Sevgi ve saygı, güvenilirlik…
Paylaşımcılık, doğruluk, kararlılık, duyarlılık…
Bir de, “Yaşadığı çevrenin yenilikçisi” diye tanımlıyor Mustafa’yı.
Yorulma bilmezliğini anlatıyor.
“Mustafa can, düşüncelerine, sevgilerine, beynine, bilgisine yenilmemişti, bedenine yenilmişti amansızca” diyor Ferhat ve ekliyor: “Koca yüreğine, bütün bir dünyanın sırlarını sığdırmıştı.”
Özetliyor sonunda: “Yiğitçe gittin!”
*
Yiğitçe gitmek…
Neden?
Yiğitçe yaşamak varken…
Ne bu acele?..

Mehmet YOLYAPAR