Halk müziğine farklı bir ses getiren bu koca sanatçı, 1912
yılında Van'da doğdu. 73 yıl yaşadı. 1985'in 20 Eylül'ünde öldü.
Ermeni bir ailenin çocuğu idi. 1915'de ailesini kaybetti. 3
Yaşında Adana'da çocuksuz bir ailenin yanına verildi. Sonra öksüzler yurduna
yerleştirildi. Diyebiliriz ki çocukluğunu, ilk kez öksüzler yurdunda
yaşayabildi.
1927'de Askeri liseye girdi ama devam edemedi. Adana
Öğretmen okuluna, oradan da çok arzu ettiği Ankara Müzik Öğretmen Okuluna (Yani
Musiki Muallim Mektebine) geçti. İçindeki dürtü onu müziğe itiyordu.
1942’de Ankara Devlet Konservatuarına girdi. Şan bölümünü
bitirdi. Opera bölümünü bitirdi. "Basbariton" sesi operada aranan bir
sesti.
Devlet operasında çalıştı. Birçok operada yer aldı. Ankara
Radyosunda 15 günde bir yapılan türkü programı düzenledi. Dil Tarih Coğrafya
Fakültesinde koro oluşturdu.
1952-1957 arasında TKP üyeliğinden hapis yattı. Ardından 20
yıl sürgün cezası aldı.
1960'dan sonra Taksim Belediye gazinosunda sahneye çıktı.
Radyoda da "Basbariton Ruhi Su Türkü Söylüyor" anonsuyla program
yaptı. Okuduğu bir parçada, "Serdari halimiz böyle n'olacak? / Kısa çöp
uzundan hakkın alacak" sözleri nedeniyle tehlikeli bulundu ve işine son
verildi.
1975'de, çok özgün bir sesi olan Sümeyra Çakır ile
"Dostlar Korosu"nu kurdu. 1978'ten başlayarak kasetler üretti.
1980’den sonra sağlığı bozuldu. Akciğer kanserine yakalandı.
Doktorlar yurt dışı tedavi önerdi. Arkadaşları tedavi masrafını hazırladı. Ama
12 Eylül yönetimi sakıncalısın diyerek çıkış izini vermedi. Yani ölüme terk
edildi!
Sazıyla ve "Basbariton" sesiyle sanki Anadolu
topraklarını uyandıran bu koca sanatçı 20 Eylül 1985'te öldü.
Ruhi Su bir opera sanatçısıydı. Eğitimini görmüştü. Sesi
aranan bir sesti. Ama eline aldığı sazıyla içindeki dürtü, O'nu halk
türkülerine itiyordu.
Peki, neden halk türküleri?
Çünkü halk türkülerinde halkın aşkı, sevdası, özlemi,
öfkesi, acısı, sevinci, başkaldırısı, direnişi, hak arayışı, yüreği, mizahı,
yani bir yaşamın tüm renkleri bir kilim gibi dokunuyordu. Buna çocukluğunda
yaşadığı acılar da eklenince yönünü halk müziğine çevirdi.
-Köroğlu'nu, Dadaloğlu'nu okudu.
-Karacaoğlan'ı okudu.
-Yunus Emre'yi, Pir Sultan'ı okudu.
-Alevi kültürünün simgesi olan semahları okudu.
-Egenin simgesi zeybekleri okudu.
-Bu halkın milli acıları olan seferberlik türkülerini okudu.
-Kuvay-ı Milliye destanını okudu.
-Çanakkale türküsünü okudu.
Ama nasıl oluyorsa, Anadolu'nun ürettiği bu sözler bu
"Basbariton" seste, bir tuhaf duygu oluşturuyordu insan ruhunda!
Sanırsınız ki Ağrı dağı ayaklanmış, dağlar, kırlar, tüm
Anadolu ayağa kalkmış, sanırsınız ki yer sarsılıyor, sanki yürüyor Anadolu.
Yani Ruhi Su'nun sesinde ve sazında Anadolu, sanki bir başka
türlü konuşuyordu.
Ama egemen güç, insan ruhunu ayağa kaldıran bu gür sesten,
bu sesin cesaretinden, gücünden ve de sazından rahatsız oldu. Ve O'nu hiç mi
hiç rahat bırakmadı.
Ne güzel anlatmış bu durumu Zeynep Oral:
"Nasıl unutabilirim ki!" diyor Zeynep Oral ve
devam ediyor. "Bu devlet, Ruhi Su'yu ve o güçlü sesini yok etmek için
elinden geleni yaptı:
Ruhi Su'yu cezaevlerinde, demir parmaklıklar ardında
tuttular. Yetmedi, emniyet gözetiminde sürgüne yolladılar. Yetmedi,
konservatuardaki hocalık görevine, Devlet Operasındaki işine son verdiler.
Yetmedi, radyoevinden, radyo programlarından kovdular. Yetmedi, plaklarını
yasakladılar. Yetmedi, konserlerini yasakladılar. Yetmedi, yurt dışından aldığı
konser ve hocalık tekliflerini engellemek için pasaport vermediler. Yetmedi,
tedavi için yurt dışına çıkışını önlediler.
Ama nafile! O sesi susturamadılar!"
Zeynep Oral'ın bu sözlerine eklenecek bir şey var mıdır?
Bilemiyorum.
Ama Ruhi Su'nun, şair Hasan Hüseyin'le bir söyleşisinde
söylediği bir sözü eklememek de mümkün değil.
"Bir düzen türkülerinden korkmaya başladı mı, artık o
düzeni hiç kimse ayakta tutamaz. Nesimi'nin derisi yüzülmüş, Pir Sultan
asılmış; fakat bütün asmalara kesmelere rağmen, ne o düzen kalmış, ne de o
debdebeli sultanlardan bir kimse..." diyor Ruhi Su.
Son yıllarda kendi tarihi ile yüzleşme çabasında olan, Nazım
Hikmet'e, Ahmet Kaya'ya itibar iade etmeye çalışan devlet, ölüme terk ettiği
Ruhi Su'ya da bir küçük özür borçludur.
Bu gün hayatta olmayan eşi Sıdıka Su ve oğlu Ilgın Su
tararından kurulan, 1997'de faaliyete geçen, ama 2010'da bir mahkeme kararıyla
kapatılan "Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfi"nı yeniden faaliyete
geçirmek, Ruhi Su'ya yapılan en büyük hizmet olacaktır.
Çünkü O, bu toprakların yetiştirdiği ender değerlerden
biridir. Ve bu hizmeti hak etmiştir.