Çorum Karakeçili Mahallesi, Alaybey caddesinde Kâtipler Konağı’nı geçtikten sonra gelen; dallı budaklı çıkmaz sokağın adı Hacınasrullah idi. Sokağa girişin sol tarafında köşede; hem caddeye hem sokağa cephesi olan evimiz; bahçemiz ve ahırımız vardı.
Biz oraya 1937 yılında taşındık. Eşyaları taşırken at arabasına şifonyeri yüklüyorlardı. Babamın şapkası yere düştü. Çok güldüğümü hatırlıyorum. Dört yaşımı geçmiş olmam lazım. 15 sene o evde ailece yaşadık.
Sokağın giriş kısmı ile caddenin o bölgesi çocukluğumuzun oyun yeri idi.
Bizim evin karşısında yalnız yaşayan bir kadının evi vardı. Sokağa girildiğinde onun yanında Yeni komşular denilen Bahri Hafız ve ailesi vardı.
Evin büyük oğlu Töm Mehmet bizden büyük kardeşi, sesinden dolayı kart oğlan dediğimiz; Abdullah bizim sınıf arkadaşımızdı.
Abdullah’a annesi Nuriye teyze, beyaz yünden güzel bir çorap örmüş, altını da kaput bezi ile kaplamıştı. Abdullah ayakkabısı elinde, çorapla Arnavut kaldırımının yüksekçe olan temiz taşlarında, seke, seke, okula yürüyüp; bize gösteri yapmıştı.
Biz sokakta oynarken; Abdullah’ın ağabeyi Töm Mehmet dizlerini dikip, sokak lambasının direğinin dibine çömelir, bizleri seyrederdi. Sokaktan geçenler içinde, selam vermeden geçenlerin arkasından, “Bıldır ki kuzuya şişek, selam vermeden geçene eşek, derler” derdi.
Bizim evi ve yeni komşuları geçince sokak biraz genişler, sonra üçe ayrılırdı. Genişleyen yerde soku, karşı köşede de devamlı akan çeşme vardı.
Çeşme, soku, çıkmaz sokak üçlüsü birçok yerde vardı. Galiba çeşmeden alınan suyla bulgur kaynatılıyor. O küçük meydanda kurutuluyor, sonra da sokuda dövülüyordu. Böyle bir olayı orada ben görmedim. Herhalde makineleşme devriminin başlangıcındaydık.
Sokağın üçe ayrıldığı yerin karşısında Nuri efendinin evi vardı. Sokağın en iyi evi oluyor. Aslında evin yeri dedeminmiş. Dedem genç yaşında ölünce, sekiz yaşında babam, 16 yaşında amcam, üvey anneleri ve çok daha küçük kız kardeşlerine kalmış, satılmış. Nuri Efendi de yeni aldığı yere yeni bina yaptırmıştı. Öğretmen olan Nuri efendinin bina yaptırma yeteneği; Alaybey caddesinde imam hatip okuluna giderken sağ taraf köşede, damatları Nikâh memuru Mehmet efendi ile eczacı Lütfi efendinin durdukları ilginç ve şık binadan anlaşılır.
Nuri efendinin öğretmenliğinin yanında evinde, örgü vs. gibi çalışmalar hiç bitmez, düzgün kıyafetli bir genç kız her gün çalışmaya gelirdi. Bekâr kız kardeşi ile ölen eşinden sonra evlendiği ikinci eşi evdeki faaliyeti birlikte sürdürür, sokağa yapışık kardeşler gibi çıkarlardı. Düzgün kıyafetli olmalarına rağmen, mahallenin delilerinden ayakkabı tamircisi Mıstık “ Hakkadi Hörgüç” derdi.
Nuri efendinin evinin bahçesine giden sokağın diğer yanında 6 oğlu olan kendisine İTOĞ denilen Hüseyin emmi vardı. Hüseyin emminin güvercin kuşları vardı. Evimizde de babamın yaptığı güzel kafes vardı. Bir çift kuşum olmasını çok isterdim ama anam güvercinler için; “Yüzüme bakan doymasın, bokuma basan onmasın! dermiş” dedi ve bana izin vermedi.
Sağa döndüğümüz zaman ana caddede kapısı ve penceresi olan tek yeni bina var. Onun ve bitişiğinin sakinlerini çok iyi bilmiyorum. Sonra Mehmet emminin evi geliyor. Mide ameliyatında masada kaldı. Elli yaş civarında olduğunu tahmin ediyorum. Eşi Kaymak Nene iri yapısı ve laf ebeliği ile dikkat çeken bir tipti.
Onların komşusu Fevzi Efendi, fötr şapkalı etine dolgun bir adamdı. Eşini hatırlamıyorum. Almanların Çorum’da kaldıkları devirde onların da anne, kız kiracıları vardı. Mari ismindeki kızın güzelliği boyu, posu dillere destandı.
Onların komşusu bizimle aşık bile oynayan minyon yapılı sevimli İsmet emmi ve ailesi, babam İsmet emmiye kış gelmeden etlik için davar cinsi hayvanları kestirirdi. İsmet emmi işini çok temiz yapan biriydi.
Burada üçüncü çıkmaz yola geldik. Eğinliler vardı. Kültürlü bir aile, oğulları Ankara’da memur, kızları evde varlıklı ailelerin hanımlarına elbise dikiyor. Bir de onlarla birlikte kalan avcı Burhan var. Her Pazar elbiseleri çamur içinde belinde bir keklik asılı gelir, sokakta koşuşturan çocukların arasından konuşmadan geçerdi. O geçtikten sonra çocuklar; “Güvercinlerini yediği için, kedileri vuruyor” diye nefretlerini dile getirirlerdi.
Onların komşusu bizim Nurettin Çenesiz (Çakır Nurettin) ağabey. Adil ve Mustafa ismindeki oğulları akrabalıktan memnun olduğumuz insanlar.
Bir ev daha atlayınca Şükrü Kızılot’un annesi güzel Cahide( o zaman genç kız adayıydı) ve ağabeyi (sonunda iyi bir tüccar olan) Yaşar ve anneleri Kadriye teyzeler.
Bir ev daha atlayalım ( Sekurenin kısaltılması olması lazım) Şefik Nene ile birlik kalan, ben doğmadan ölmüş olan halamızın oğlu deli Hakkı. Deli Hakkı’yı yazarsak çok uzun kaçar. Atlayalım.
Koca Sait ile düğünlerde keman, ut çalan kız kardeşi Namiye teyzeye geldik. İyi insanlardı.
(Çorum’da deliler köyü var. Benden 5-6 yaş büyük oğulları Dursun var. Fakir ailenin çocuğu Dursun, farklı işler peşinde. Sinema makinistine yardımcılık yapıyor. Mahallenin en zenginlerinden birinin kızını kendisine vereceğini söylüyor. Sesi de çok güzel. Gece saat 11’ de, sinemadan gelirken
“Çarşambayı sel aldı
Elim koynunda kaldı” diye türkü söylüyor. Zevkle dinliyoruz.
Her gece söylediği türküyü aksatmamasının sebebini sormuşlar. “Çıkmaz sokağın karanlığından korktuğum için” demiş.
Genç yaşta, kavga eden iki kişiyi ayırmaya çalışırken; gözüne bıçak saplandı ve öldü. Onların komşusu Kırtey denen genç bir adam vardı. Bazı günler sarhoş olup mahalleyi başına topluyor. Elinde bıçak efeleniyor. Ama sonu iyi bitiyor.
Geldik son eve, aslında sokağa girildiğinde sağa dönerek değil de sola dönerek gitseydik ilk ev olacaktı.
Nevres Kip ve genç yaşta kaybedilen Cenap Kip kardeşler. Rahmetli oldular. Altın adamlardı.

Anlattığım insanların tamamına yakını terki dünya eyledi. Hepsine rahmet, sağ kalanlara da selamet diliyorum.
*
Anlattıklarımın çoğu okuma yazma bilmeyen ve yine çoğu son derece fakir insanlardı. Varlıklı insanlarla birlikte 15 sene kardeşçe yaşadılar. O zamanlardan günümüze 70 yıl geçti. Kendilerinden sonraki nesillerin arasında da problem olduğunu sanmıyorum.
Televizyonu her açışımdan önce içimi korku kaplıyor. Felaket haberi ile karşılaşmaktan korkuyorum.
Elektiriği, yolu, hastanesi yok denecek kadar az durumda ekmek karne ile Almanlar bile bu şartlara razı olup gelmişler. Bu insanlar kavgasız yaşayabiliyorsa; ülkeye yaşanması zor hale getirenlere soruyorum; refah bir yerinize mi batıyor? Güzelim nimetleri, gelinebilmiş iyi şartları niye berbat etmeye uğraşıyorsunuz?
Sorularımın sahiplerinin utanabileceği günün gelmesini Cenabı Allah’tan niyaz ediyorum.
En güzel günler sizlerin olsun.

ÇORUM HABER’İN NOTU:
Sayın İlhan Çenesiz’in köşe yazıları Cuma günleri yayınlanıyor, ama bu yazı elimize geç ulaştığı için bugüne kaldı.