Bir yarımadadan ibaret küçük bir Arap devleti...

Yalnız Suudi Arabistan'la kara sınırı olan Basra körfezi içine girmiş bir yarımada.

1500'li yıllardan 1913 yılına kadar Osmanlı egemenliğinde olan, 1913-1971 arası İngiliz egemenliğinde kalan ve 3 Eylül 1971'de bağımsızlığını kazanan bir devlet.

2013 yılına göre yaklaşık 300 bini yerli halk olan 2.169.000 nüfuslu, 11.427 km2'lik alanı ile Çorum'dan küçük (12.797 km2), emirlikle yönetilen bir ülke.

Ama kişi başına milli geliri en yüksek ve dünyanın en zengin bir devleti...

Zenginlik kaynağı petrol ve doğal gaza dayalı, Rusya ve İran'dan sonra dünyanın en zengin doğal gaz rezervine sahip...

ABD ordusunun 10 bin askeriyle Ortadoğu'da en önemli komuta merkezlerinden birinin bulunduğu, Aljazeera TV kanalıyla dünya çapında kendini duyuran, 2022 FİFA Dünya Kupası'na ev sahipliği yapacak olan bir ülke.

Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi olan bir devlet, yani Katar...

* * *

Katar, son günlerde birdenbire tüm dünyanın gündemine oturmuş ve adeta dünya siyasetini sarsar olmuştur.

Terör örgütlerine yardım yapıyor iddiasıyla 5 Haziran 2017'de Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır, BAE, Yemen, Libya ve Maldivler Katar'la diplomatik ilişkileri kesmiştir. Sınırlar Katar'a kapatılmış, ekonomik ve siyasi bir ablukaya alınmıştır.

-Oysaki o terör örgütlerini oluşturan ve oluşmasına yardımcı olan Amerika ve Batı siyaseti olmuştur.

-Ve de o terör örgütleri, yıllarca Amerika ve Avrupa tarafından silahlandırılmıştır.

Ve bugün Katar olayındaki gerçek bir yandan Katar'ı teslim almaya yönelik, diğer yandan İran'ı sıkıştırma, İran'ı kuşatma; daha da önemlisi, bölgede Şii-Sünni kamplaşmasını hızlandırmayı amaçlayan bir Amerikan projesidir.

* * *

Peki, neden?

-Katar, Arap dünyasında gelişen ve de geliştirilen politikalara karşı bir ölçüde dengeli bir politika izlemeye çalışmıştır.

-Ve İslam ülkeleri üzerinde ve de özellikle bölgede bir emperyal politika olan Şii-Sünni biçiminde kamplaştırmaya uzak durmuştur.

-Özellikle enerji konusunda İran'la birlikte hareket etmeleri, Suudi Arabistan ve körfez ülkelerinin hoşuna gitmemiştir.

-İran'a karşı diğer körfez ülkeleri gibi uzak durmaması başta Amerika'nın, özellikle de Amerika'nın tartışmalı başkanı olan, silah tekellerinin sözcüsü olarak hareket eden Trump'un hiç hoşuna gitmemiştir.

Zaten şu da bir gerçektir ki, Amerika'nın bölgedeki politikalarını uluslararası Amerikan şirketleri ve de özellikle silah tekelleri belirlemektedir. Hiçbir başkan bu derin güce karşı durmamış ya da duramamıştır.

* * *

Peki, Türkiye ne yapmalıdır? Elbette Türkiye:

-Ortadoğu'daki ve genel olarak bölgedeki gelişmelere bir köşede oturup bakamaz ve bakmamalıdır.

-Katar üzerinden yaratılan bu gelişmelere de seyirci kalamaz ve kalmamalıdır.

Ancak bölgedeki politikaların politik beyni ne Suudi Arabistan ne Mısır ne de Katar'dır. Yani Araplar değildir. Emperyalizmin oyuncağı olan, Ortadoğu'yu ve genelde İslam dünyasını silah tekellerinin tüketim pazarına çeviren kukla Arap liderleri hiç değildir.

Öncelikle bu, böyle bilinmelidir.

İşte bu nedenlerle Türkiye, tüm siyasi aktörleriyle yani iktidar ve muhalefeti ile bir politika oluşturmalıdır.

Ama ne yazık ki bu ülkede, siyasette böyle bir konsensüs sağlanmış değildir. Üstelik her gelişme iç politikaya siyasi malzeme yapılmaktadır.

Oysaki bölgedeki her gelişme Türkiye'yi de etkilemekte ve daha da etkiler olacaktır.

Çünkü bu ülkede, bölgedeki gelişmeleri Türkiye'ye çekecek siyasi ve sosyolojik bir iklim oluşmuş ve de oluşturulmuştur.

* * *

Elbette bölgedeki bu gelişmelere, ciddi bir siyasal uzlaşma ile bakılmalıdır.

Çünkü Türkiye'nin, hem sosyolojik haritası nedeniyle hem de bölgenin konumu nedeniyle siyasi bir hata yapma lüksü yoktur.

Ne yazık ki, BOP projesinin ne idüğü belirsiz "eş başkanlık" gibi bir politikası ile yeteri kadar siyasi hata yapılmıştır. Ama bundan sonra yapılacak hatalar, Türkiye'yi geri dönülmez bir anaforun içine çekebilecektir.

Bu da böyle bilinmelidir.