Kentin caddelerini, sokaklarını, çarşı ve meydanlarını gezin; henüz hayatın sorumluluğunu üzerine almamış gençler dışında, gülen bir yüze rastlıyor musunuz? Kaldı ki, yarın nasıl bir ülkede, nasıl bir dünyada yaşamak zorunda kalacaklarını düşünseler, onlar da kolay kolay gülemezler ya…

Mehmetçiğimiz komşu ülkede savaşıyor, FETÖ, PKK ve IŞİD başta olmak üzere, terör örgütleri ülke içinde panik ve kargaşa yaratmak, halkı sindirmek için insanlık dışı katliamlar yapıyorlar. Dış ilişkilerimiz rayından çıkmış; dost-düşman birbirine karışmış. Eksen kaymasına doğru sürükleniyoruz.

Birincisi, uluslararası ilişkilerde “dostluk” diye bir kavram yoktur; etnik, dinsel, felsefi yakınlıklar ve aynı kaderi paylaşmak gibi zorunlu birliktelikler dışında, “çıkar” vardır, “güç” vardır. Belki bir ölçüde de “ortak idealler” vardır.

Biz de Türk ulusu olarak, kimsenin inayetine ihtiyaç duymadan güçlü olmak ve ulusal çıkarlarımız etrafında kenetlenmek zorundayız.

Gerçi, birlik, beraberlik, kardeşlik sözcükleri dillerimizden hiç düşmüyor, ama hepsi “sahte”…Bildiğimizi okuyup, inadımızda diretiyoruz; söze gelince de kimseyi ayrıştırmamak, ötekileştirmemek gerektiğinden dem vurarak, barışa, kardeşliğe susamış bu topluma şirin görünmeye çalışıyoruz, belki de bu yolla vicdanımızı rahatlatıyoruz ya da rahatlattığımızı sanıyoruz.

Siyaset kurumu bu ülkeye, bu topluma iyilik etmiyor. Çeneler bir süre kapatılsa, içeride-dışarıda gerginlikler azalacak, ilişkiler rayına girecek, insanlar huzur bulup, “N’olacak bu ülkenin hali?” diye düşünmeyi bırakıp işini-gücünü, ailesini öne çıkaracak, daha “üretken” olacak, Allah’ın insanoğluna sunduğu nimetlerden istifade ederek daha “mutlu” yaşamanın yolunu arayacak.

Bir arkadaşım, İtalya’da yaşayan kızının “Biz başbakanın adını bile bilmeyiz” dediğini anlatıyordu. Biz, hadi kuvvet komutanlarının adını unuttuk, ama bir başka vesayet altına girdiğimizden, hiç lüzumu olmayan nice ismi ezbere biliyoruz, hiç düşündünüz mü? Neden her günümüz siyaset, neden her anımız, acı, ıstırap, kan, gözyaşı…Bu coğrafya için başka kader yok mu?

Yunus Emre, “Yaratılanı severim Yaratan’dan ötürü” demiş. Türkler Anadolu’ya, Allah’a korkarak değil severek kulluk etmeyi getirmişler, bu sevgi de, “insan sevgisi”nin en muhteşem örneğini oluşturmuş. Bu temel çizgiden ayrıldıkça, tefrika, hoşgörüsüzlük, hoyratlık egemen olmuş Anadolu’ya. Farklılıklarımız en büyük zenginliğimizken, kin ve nefret duygularına yenik düşmüşüz. Yani, etle tırnağı birbirinden ayırmayı başarmış düşmanlarımız.

Kanlı terör örgütlerinin amacı, ülkemizi kaosa sürüklemek, korku ve panik yaratarak hayatın doğal akışını sekteye uğratmak değil mi? Bizler de, her gün şehit acılarıyla yüreğimiz yanarken ve bu acıları ulusça paylaşırken, bir yandan da, dış düşmanlarımızın, onların maşası canilerin, vatan hainlerinin tuzaklarına düşmeme sorumluluğunu taşımıyor muyuz?

Öyleyse, bu ülkede hayatın akışını değiştiremeyeceklerini, bu halkı yıldıramayacaklarını, tüm terör örgütlerine ve onların arkasındaki karanlık odaklara en güçlü şekilde haykırmalıyız. Hayatın devam ettiğini, bu milletin, hainleri döktükleri kanda boğmakta kararlı olduğunu, teröre geçit vermeyeceğini, şehadet şerbetini içen kahramanların, sonsuza kadar kalplerde yaşayacağını; korkmadığımızı, yılmadığımızı, dimdik ayakta olduğumuzu, vakur duruşumuzla, kendinden emin gülen yüzlerimizle dünyaya göstermeliyiz.

Bunun için, önce bu ülkeyi yönetenlerin ve siyasetçilerin, önyargılarını, “tek tip” insan modeli oluşturma yönündeki şartlanmışlıklarını ve varsa gizli ajandalarını bir kenara bırakmalarına ihtiyaç var.

Sonra da, insanlarımızın gerçekten, ama gerçekten “kardeşliğe” inanmalarına, bu topraklarda özgür ve bağımsız, barış içinde, mutlu yaşayabilmemiz için tek şartın bu olduğunu idrak etmelerine…

Onun için diyorum ki: Tüm olumsuz duyguları atın yüreklerinizden! Umutla, inançla gülümseyin hayata!

Kardeşçe sarılın birbirinize!

HAYATI ERTELEMEYİN.