Türkçe’de “İstanbul lehçesi” diye bir kavram var. Bunu “İstanbul Türkçesi” diye de alabilirsiniz. Aksansız, yöresel değişimler, bozulmalar olmaksızın, Türkçe’nin en düzgün konuşulan şeklidir, kibarlık ölçütüdür…Türkçe adına bir tür referanstır…

Osmanlı’dan bu yana, İstanbul’da da seçkinlerin dili ile sokakların dili hep farklı olagelmiştir. Ama, halkın dili hep daha sadedir, daha Türkçe’dir. Trakya’da, Anadolu’nun dört bir yanında hep farklı şiveler konuşulmuş ve konuşulmaya devam ediyor. Bunlar, geleneksel yöresel ağızlarımız ve dil açısından zenginliğimizdir.

Bir de “alt kültür dili” olarak nitelenen “argo” var…Varoşların bozulmuş dili…Terminolojisi, toplumun ortak dilinden farklıdır; kendine özgü sözcük, deyim ve deyişlerden oluşur. Acıyı ve karamsarlığı yücelten ya da sömüren “arabesk”le de bütünleşerek, farklı bir yaşam biçimine dönüşür.

Elbette herkes dilediği gibi konuşabilir, dilediği müziği dinleyebilir. Nitekim benim de çok sevdiğim arabesk müzik parçaları var. Ama kişinin kendi tercihleri, mütecaviz bir şekilde temel toplumsal kuralları, yaşam biçimini tehdit eder hale geliyorsa, ortada bir sorun var demektir.

Çorum’da yaygın hale gelen kaba ve küfürlü konuşma ya da toplum içinde pervasızca kaba davranışlar sergileme hastalığına, son yıllarda birkaç kez dikkat çekmeye çalıştık. Ama, bu konuda duyarlılık gösterenlerin takdirleri dışında herhangi bir sonuç ortaya çıkaramadık.

Çorum, bir “uygarlık başkenti” ise -ki öyledir- büyümesini “uygar bir kent” olma hedefi ile birlikte sürdürmelidir. Dil konusundaki kastımız da, geleneksel Çorum ağzının değiştirilmesi değil elbette. Ama, toplum içinde “insan gibi” konuşmayı, “insan gibi” hareket etmeyi özendirmek…

Zira, argo, küfür ve arabesk tavırlar, başka insanların özgürlük alanına tecavüz niteliği taşıyor. Kadına şiddet, çocuk istismarı, uyuşturucu gibi pek çok kötü davranışı da alttan alta besliyor.

Bir yerleşim birimi, kent kültüründen ve terbiyesinden yoksunsa, “milyon nüfuslu köy” olmaktan öteye geçemez. Bunun yanısıra, bir kentin gelişimine “ideolojik” damgalar vurmaya kalkışmak da, “vizyonsuzluk” ve “umursamazlık”la aynı ölçüde tahrip edici bir unsurdur.

Çorum, en son önceki gün ve dün yazdığımız üzere, seçimini yapmak zorundadır: Nitelikli bir büyümeyle, sanayileşmiş, ekonomisi güçlü, işsizliği yenmiş, kültür, sanat, eğitim, sağlık, turizm alanlarında bölgesel merkez haline gelmiş, medeni bir Çorum mu, yoksa, ekonomik bakımdan yerinde sayacak ve doğal olarak gerileyecek, büyümesi de duracak ve küçülmeye başlayacak, “kasaba” yaşamına dönmeye mahkûm bir Çorum mu?

Aklı olan her insan gibi birinci seçeneği tercih edeceksek, önce kendimize çekidüzen vermekle işe başlamamız gerekir. Küfürlü konuşmalardan, kaba davranışlardan mümkün olduğunca kurtulmaya çalışarak, gerek dini, gerekse milli bakımdan genlerimizde var olan “medeniyet”e dönmenin gayretini göstererek…