Anlatımsız, eşsiz bir doğayla baş başayız. Girintili, çıkıntılı kıyılara değin iniyor yeşil doku. Sanmıyorum ki hiçbir yerde Amasra’daki kadar, böylesine özlemle seğirtmemiştir denize doğru bu yeşil doku. Yeşille mavi, iki sevgilinin özlemle buluşması gibi, belki de hiç bir kıyıda böylesine güzel kucaklaşmamıştır. Aşağılara indikçe hayranlığımız, daha da artıyor. O büyüleyici doğal güzelliği bizleri çekim alanına almayı sürdürüyor.

Kıvrıla dolana Amasra Kalesi’nin eteğine, deniz kıyısındaki boş alana değin iniyoruz. Hava kapalı ve hafif çisentili yağış sürüyor.

İniyoruz arabadan. Kalenin eteğinden başlayıp bir kale duvarı gibi uzayan dalgakıranın üzerine çıkıyoruz. Deniz dalgalı. Dalgalar hırçınca saldırıyor kıyılara. Dalgakıranın üzerinden denizi, Amasra’yı gerideki yeşil yamaçları ve başı dumanlı dağları seyrediyoruz. Her zaman göremeyeceğimiz görkemli bir güzellik. Ardından, ışıkla zamanı durdurup, birlikteliğimizi ölümsüzleştiriyoruz fotoğraf karesinde.

Bizi, Amasra Müzesi’ne götürmesini istiyoruz arabanın sürücüsünün. Götürüyor. Ama ne yazık ki, müze kapalı… Bakımda olduğunu öğreniyoruz. O nedenle de gezip göremiyoruz müzedeki yapıtları.

“Nedense,” diyorum. “Bu konuda hiç şansım yoktur. Ne zaman bir yerlere yolum düşse; bu tür müzeleri gezip görmek istesem, hep kapalı bulurum. Ya onarımdadır, ya da bakımda...”

“Haklısın,” diyor Mehmet Aydın ağabey. “Bu da bir şanssızlık işte...”

M. Mahzun Doğan:

“Hiç olmazsa dışarıdan şöyle bir resmini alayım,” diyor.

“İnsan öğesi olmayan resim, manzara olmaktan öte bir işe yaramaz. Şöyle istediğin yere dur da, ben çekeyim resmini,” diyorum. Ve çekiyorum.

Ardından da:

“Amasra Müzesi’ne gelip de içeri giremeyişinin resmidir,” diyorum. Üçü de gülüyorlar.

“Dönelim,” diyor Mahmut Makal. “Yağmur dinmeyecek. Bizi de ağız tadıyla gezdirmeyecek. biraz daha kalırsak yağmur altında, bir güzel ıslanacağız.”

“Haklısın,” diyor Mehmet Aydın. Ne yapalım. Bu kadarı da yeter bize.”

Ne kaleye çıkabiliyor, ne de çevreyi gezebiliyoruz yağmur nedeniyle.

“Baharın gelmeli Amasra’ya,” diyorum.

“Hayır,” diyor Mahmut Ağabey. “Bahar yağmurları da göz açtırmaz. Yazın gelmeli Gündoğar, yazın…”

“Eh, fırsat bulabilirsek,” diyorum.

Yeterince gezemeyişimizin burukluğuyla, yeniden biniyoruz arabaya dönüş için. Kıvrıla dolana çıkıyoruz indiğimiz dağ yolunu. Söyleşimiz, çevrenin görkemli güzelliği üzerine yine...

20.10 1999

-BİTTİ-