AMİRAL GEMİSİNDE DÜMEN “ANİ ŞEKİLDE” KIRILMAZ…

Gazetecilik “gösteri sanatı” değildir.

Hele hele “Show” alanı ve mekanı hiç değildir.

Gazeteci çalıştığı gazeteyi kafasına göre değil, okuyucunun eğilimi, ihtiyaçları, doyum alanları, psikolojik gereksinimleri, eğitim düzeylerine yönelik durumlarını dikkate alarak ve bunlara yönelik beklentilere göre tasarlar.

Haberlerin tamamı insana dönüktür ve insan kokmalıdır.

Halkın “İç sesimi duyuyorum bu gazeteyi okurken” demesini sağlamak kolay değil ama buna yakın planlar yapmak zor değildir.

Her ne kadar, haberleşme alanında önce renkli televizyonların icadı, daha sonra video, cep telefonu derken yeni yeni mecraların ortaya çıkmasından sonra yazılı medyanın ayakta kalması zorlaştıysa da, yine de insanlar “elle tuttukları” kağıttaki yazılanlara sanki daha fazla güveniyorlar.

Tabii haberleşme alanındaki yeniliklerden sonra, yazılı basının giderek az okunmasını önlemek zor.

Yazılı basının giderek az okunması sadece yeni mecraların çıkışı ile de izah edilemez.

Son 20 yıla kısaca göz attığımızda, gerileme nedenleri ve insanların neden yazılı basından uzaklaştıkları hemen görülebilir…

Güvenilir değiller.

Derinlikleri kalmadı.

Araştırma yetenekleri zayıf.

Tarafsız habercilik tarihe karışmış durumda.

Haberlerde “insan unsuru” unutuldu.

Daha ne yani ?

Köşke yakınlığı nedeniyle soyadı Özköşk’e çıkan pop sosyolog Ertuğrul Özkök’ün 20 yıl süren Genel Yayın Yönetmenliği döneminde amiral gemisini “batık” hale getirmesi, Hürriyet’in “İnanılır olması”nı yitirmesinden daha çok, halktan kopmasıyla izah edilebilir.

Geçmişten bir örnekle izah edeyim bunu.

Rahmetli Çetin Emeç, Hürriyet Genel Yayın Müdürü iken, Erol Simavi’nin bir mektubu yayınlanır Hürriyet’te.

Cumhurbaşkanı rahmetli Özal’ın bypass ameliyatına atıfta bulunulan bu mektupta Erol Simavi, ağır eleştiriler yanında, kalp ameliyatının Özal’ın beyninde “araz” bırakmış olabileceğini ima etmektedir.

Ağır bir eleştiridir bu.

Öyle ki, ANAP’lılardan daha çok, hemen her kesimi rencide eden bu ifade üzerine Simavi çok geçmeden Cumhurbaşkanından randevu istemek zorunda kalır.

Ülke genelinde, Özal’ın ne dediği herkes tarafından merak edilmektedir.

Görüşme sonrası Ankara Oteli lobisinde Erol beyi oldukça üzgün gördük…

Anlatılabilecek kısımları aktaran Simavi’nin, özetle “Sayın Özal’dan özür dilemeye geldim” dedi.

Anlaşılıyordu ki, gazeteci aileden geliyor olsa da Simavi’ler de hata yapabilirdi. Anlaşılan kantarın topu fazla kaçırılmıştı.

Simavi sözlerini şöyle sürdürdü;

“Hürriyet’e bir adet fazla sattırmak, yeni bira okuyucu eklemek, gazeteyi en tepeye çıkarmak için herkesin nasıl duyarlı ve iddialı çalıştığına hepiniz tanıksınız. Bazen bir tek okuyucu kazanmak için milyonlarca harcarsınız, başaramazsınız. Bazen halkın beklentilerini karşılayan tek bir cümle, tek bir fotoğraf dahi gazeteye binlerce okuyucu kazandırabilir. Ama bir hata yaparsınız ummadığınız başınıza gelebilir. Ben mektubu yazarak hata yaptım ve bir günde 100 bine yakın okuyucu kaybettim. Bunu geri getirmek için neler yapmam gerektiğini artık siz düşünün. Okuyucuyu küstürmemek gerek. Bunun bedeli ağır oluyor”

Söylemedi ama anlaşılıyor ki Kaptan Köşkünün mutlak sahibi Simavi istemeden de olsa, beklenmedik anda aniden dümen kırmış, Amiral Gemisi Hürriyet’i fırtınalı denize doğru sürüklemişti.

Simavi’nin dediğine göre, kayıp okuyucuların tamamına yakını Anadolu’daki okuyucularmış.

İşte böylesine ilmek ilmek örülmüş ve milyon tiraja ulaşmış bir gazete, yani Hürriyet, okuyucu profilinden habersiz, halkın nabzını bilmeyen bir Özkök’e, 20 yıllığına nasıl emanet edilirdi?

Üstelik hayatında hiç gazetecilik yapmamış, halkın arasına girmemiş, tek satır haber yazmamış bir sosyoloğa dev gazete nasıl teslim edilebilirdi?

Çetin Emeç’e yapılan hain suikast, beklenmedik bir anda çok değerli bir yöneticinin öldürülmesi, Ankara Temsilcisi Özköşk’ün önünü açmıştı.

Amiral gemisinin kaptan köşküne oturacak olan pop-sosyolog Ertuğrul Özkök dönemi “Çöküş Dönemi”nin başlangıcı olacaktı.

Hem de ne başlangıç.

(Devam edecek)