Fazıl Say, klasik müzikte bir deha. 3 Yaşından itibaren seçkin bir müzik eğitimi aldı. 12 yaşında devlet konservatuvarına girdi. Almanya'da Düseldorf Müzik Yüksek Okulunda eğitim gördü.

İçinde "Nazım Oratoryosu", " Metin Altıok için ağıt", Aşık Veysel için yapılan "Kara Toprak" bestelerinin bulunduğu uluslar arası çapta 25 bestesi var. 17 ödül almış. En son 2010 yılında "Yılın Piyanisti" ve "Yılın Bestecisi" ödülleri. Her yıl 100 den fazla konser.

Ülkesine karşı sorumluluk duyan, aydın, demokrat bir kişilik. Yurt dışında yüz akımız. Ama biraz sivri dilli. Eleştirisini sakınmaz.

Bundan dolayı yönetim pek sevmez. Nitekim 2010 yılı FİBA şampiyonasının açılışı için Federasyon Fazıl Say'dan bir proje ister. Proje hazırlanır ama her nedense reddedilir. FİBA Müslüm Gürses ve Sezen Aksu ile açılır. 2008 Frankfurt Kitap fuarı "Nazım Oratoryosu " ile açılacaktır, reddedilir. İstanbul'un "2010 Kültür Başkenti" olması nedeniyle açılış "İstanbul Senfonisi" ile yapılacaktır, yine reddedilir. "Nazım Oratoryosu" ile ilgili Türkiye çapında tüm turne istekleri reddedilir.

Fazıl Say, Temmuz 2010 içinde bir akşam FACEBOOK'a girer. Bir arkadaş grubunun Arabesk Müzik hakkında söyleşisine tanık olur. Öfkelenir. Tepesi atar. Geçer bilgisayarın başına, yazar gençlere hitaben.

"Arabesk Müzik arabesk yaşam tarzının betimlemesidir. Aydınlığın, çağdaşlığın, sanatçılığın sırtına külfettir" diyerek eleştirir. Ve, "Türk halkının arabesk yavşakkğından utanıyorum" diyerek müzik ve sanat dünyasını ayağa kaldırır.

Bir kısım sanatçı ve yazar anında cevap verir;

Işın Karaca, "Türkiye'de yaşadığım hatırlatırım. Yazık, sizi müzisyen sanmıştık! " der.

Ahmet Hakan, "Şu sıcakta Fazıl Say'in kafa ütülemesine maruz kaldık." der ve Hakkı Bulut'a havale eder.

Hakkı Bulut ise, "Fazıl Say'ın sözleri zırvalıktan başka bir şey değildir" der.

Müslüm Gürses, "Asıl azmaz, bal kokmaz. Kokarsa yağ kokar, onunda aslı ayrandır. Bu arkadaş kokan cinsindendir" der.

Sibel Can, "saçma sapan açıklamalar", Hülya Avşar ise "saçmalamış, tedaviye ihtiyacı var" der.

Tarkan, "Biz arabesk seven bir milletiz. Hepimizin içinde var" der.

Şevval Sam, "Eğer Fazıl Say'ın bir rahatsızlığı varsa ağzından tükürükler saçarak küfür etmek yerine buna dair bir şeyler yapması lazım" der.

Sezen Cumhur Önal, "Arabeski inkâr etmek ne mümkün, haddimizi bilelim. Orhan Gencebay'ı inkâr edebilir misin?" der.

Şarkıcı Nihat Doğan, "Fazıl Say isimli Saray piyanocusuyla aynı havayı solumaktan utanıyorum" der.

Ayşe Arman, " Piyanistsin, piyanist kal. Siyaset. Kadın- erkek ilişkileri, felsefe gibi konularda ahkâm kesmek, fetva vermek zorunda değilsin" der.

Ve Orhan Gencebay, " Fazıl Say'ı muhatap almıyorum. Fazıl başarılı bir müzisyen tabi ki ama müziğin sahibi değil. Ne Fazıl, ne ben, ne Mozart, ne de Dede Efendi. Ne yaparsan yap müziğin bir kalitesi vardır" der.

Ünlü fotoğraf sanatçımız Ara Güler ise, "Fazıl Say kendini bir bok sanıyor" diyerek en ağır cevabı verir.

Fazıl Say'ın sözü ne kadar inciticiyse, verilen cevaplar o ölçüde hatta daha da fazla aşağılayıcı olmuştur.

Fazıl Say'ın amacını aşan bu sözleri Türk Halkım aşağılamak değildir. Arap kültürü kokan bu müziğin tartışılmasını istemesidir. Tıpkı Aziz Nesin'in "halkın % 60'ı aptaldır" sözünde halkı aşağılamak değil kendini aptal yerine koyanları sorgulamasını istemesi gibi.

Ancak Fazıl Say'a da söyleyeceklerimiz var;

500 yıl Arap ve Fars Kültürünün etkisinde kalmış Anadolu halkının 1930'lu yıllardan başlayarak Mısır'dan getirilen Arap filmleri aracılığıyla sunulan arabesk müziği sevmesi ve kabullenmesi çok doğaldır.

Kırsal toplumdan kent toplumuna geçişteki yaşam standartlarına uygun olan ulaşım için dolmuş, müzik için arabesk bir sosyal vakadır. Kente gelen Anadolu halkının varoşlarda kaybolan kimliğini ve ruhunu okşayan bir müzik olmuştur arabesk. Bunda bir teselli bulmuştur.

Fazıl Say'ın bu sosyal vakayı görmesi gerekirdi. 72 milyonun en azından % 80'inin bu müziği şu ya da bu ölçüde dinlediğini bilmesi gerekirdi. Sonunda arabesk, kent kültürünün gelişmesiyle ya sönecektir ya da değişime uğrayacaktır.

Özellikle bilinmesi gereken ise, Fazıl Say'ın temsil ettiği ve kentlerde henüz küçük bir azınlığın dinlediği Klasik Müzik ya da Senfonik Müzik Anadolu halkına çok hem de çok uzaktadır.

Nitekim geçmiş yıllarda Nemrut Dağında Adıyaman halkına ilk kez bîr Senfonik Müzik sunulur. Bîr konser için giden Selahattin Alpay Adıyaman'lı bir vatandaşa durumu sorar. Adıyaman'lı vatandaş, yukarıda yaptığımız tespiti çok iyi özetleyen bir cevap verir.

"Valla yeğenim, Nemrut, Nemrut olalı böyle işkence görmedi" der.

Fazıl Say Anadolu'nun bu gerçeğini görmeli ve sözlerini daha özenli seçmelidir. Ama Fazıl Say'ların da kolay yetişmediği görülmeli, tüm dünyada Türkiye'yi tanıtan yüz akımız Fazıl Say'ın değeri de bilinmelidir.