Eğitimle ilgili yazılarımdan, gına geldi size, değil mi?…

Haklısınız; bana da geldi.

Geldi gelmesine de; her sorunumuzun temelinde, inanın bu gerçek; yani “insanlarımızın eğitimsizliği” yatıyor…

Zorunluluktan (ısrarla) yazıyorum bu tür yazıları.

Çünkü bu “öğretim anlayışıyla” cehaleti yenemiyoruz.

Çünkü bu “öğretim sistemiyle” sorunlarımızı çözemiyoruz.

Yıl 2021; dört bir yanımız sorun…

Tepeden tırnağa sorun yumağıyız adeta.

Çünkü tepeden tırnağa eğitimsiziz.

Çünkü “öğretimi”, “eğitim” sanıyoruz. Oysa eğitim çok farklı.

Ve bizim tüm sorunumuz EĞİTİM…

* * *

Eğitimle ilgili bu yazıları yazarken; diyorum ki kendi kendime; bakarsınız bir öğretmenimiz veya bir okul müdürümüz veya eğitimle ilgili bir görevlimiz, bu yazılarımdan birinden birini okur da; “…Yahu bu adamın birazcık da olsa haklılık payı var gibi… Bugünkü matematik dersimde (veya biyoloji dersimde veya beden eğitimi dersimde) öğretime, 10 dakikacık ara verip, bu çocuklara; ‘toplumsal yaşamın gerekleri’ konusunda, bir şeyler anlatayım…” der mi ki?…

… …

Veya bir anne, bir baba; “Yahu doğru be… Gerçekten de; çocuklarımızı yedirip, içirip, cicili bicili giydirip, ortalığa salıveriyoruz… Bir dediklerini iki etmiyoruz. Böylelikle de, analık, babalık görevlerimizi yaptığımızı sanıyoruz…

Bugün farklı bir şeyler yapıp; çocuğumla (veya çocuklarımla) bomboş geçirdiğimiz sekiz-on saatin; hiç değilse 10 dakikacığında; ona (veya onlara) ‘düzgün insan olmanın gereklerini’, telkin ederek geçireyim…” der mi ki, (derler mi ki) diye yazıyorum bu yazıları…

… …

Hani diyorum, benim bu tür yazılarımı okuyan, o öğretmen, o anne veya o baba, (bir ihtimal) 10 dakika zaman ayırıp da çocuklarına; “…Sevgili çocuklarım (evlatlarım, canlarım ya da her neyse) bizim kuşağımız eğitilmediği için bizler pek çok yanlışlar yaptık... Ülkemizi kamplara bölüp, yaşamı çekilmez hale getirdik... Oysa paylaşılamayacak hiçbir şeyimiz yoktu…

Ama (içerden ve dışarıdan) bunlardan çıkar bekleyen birileri, bizleri sürekli tahrik edip, yanlış yönlendirdi…

Bizler oyuna geldik. Ama sizler, oyuna gelmeyin yavrum. Birbirinizi sevin… Çünkü sevginin açamayacağı, hiçbir kapı yoktur…”derler mi ki acaba?!…

… …

Hani diyorum; o öğretmen, o anne, o baba, o aile büyüğü; çocuklarına, “… Bizler sizlere iyi bir dünya bırak(a)mıyoruz… Ama hiç değilse, sizler çocuklarınıza iyi bir dünya bırakın… Çevrenizi koruyun.

Bizler, kişisel çıkarlarımızı hep ön planda tuttuk. Rant hırsından, gözümüz döndü… Bu rant hırsı bize, yaşadığımız bu kenette, gördüğünüz beton mezarları yaptırdı…

Güzelim Alanya’yı, İstanbul’u, Ankara’yı, Çorum’u, Bodrum’u, Gemlik’i bu hale getirdik… Yeşil alan diye hiçbir şey bırakmadık. Güzelim ülkemizin içine ettik…

Sizler bizim yediğimiz haltları, herzeleri yemeyin…” der mi ki?!…

… …

Hani olur ya, o öğretmen, o anne, o baba; (10 dakikacığını ayırır da) çocuklarına; “…Çok iyi koşullarda yaşamak için; hırsız, namussuz, şerefsiz, soyguncu olup, böyle anılacağınıza; namuslu, dürüst yaşayın… Gerekirse aç kalın… Ama düzgün insan olun ve ‘dürüst, namuslu insanlar’ olarak anılın…” derler mi ki, diyorum.

… …

Belki diyorum, belki; o öğretmen, o anne veya o baba; çok önemli(!) ve çok kıymetli zamanının(!) 10 dakikacığını çocukları için ayırır da; onlara, “… Sevmek, sevilmek insancıl bir olaydır, ayrıca da çok güzel bir duygudur… Sevgililerinizin, sevdiklerinizin, taraftarı olduğunuz takımların ismini duvarlara, trafik levhalarına, önleçlere (bariyer), ağaçlara ve kent mobilyalarına değil; kalbinize yazın…

Duvarlara yazı yazmak, ağaçları kazımak; magandalara, hanzolara yakışan bir davranış biçimidir, teşhirciliktir, sapıklıktır... Bu tür görüntü ve gürültü kirliliklerinin faili (failleri) olmayın….” derler, (belki) diyorum.

… …

Hani olur ya; bu yazımı okuyan o öğretmen, o anne, o baba; geleceğimizin teminatı çocuklarımız için 10 dakikacığını ayırır da, onlara; “…İçinde bulunduğunuz koşullar ne olursa olsun, karşınızdaki insana herhangi bir eylemde bulunmadan önce, onun yerine kendinizi koyun… ‘Ben bu kişinin yerinde olsam, böyle bir olay, böyle bir tavır karşısında ne yapardım?…’ diye düşünün, sonra gereğini yapın…” der mi ki, diyorum?!…

… …

Bakarsınız; o öğretmen, o anne, o baba, o aile büyüğü; çocukları için 10 dakikacığını ayırır da, onlara; “… Güler yüzlü, hoşgörülü, yardımsever olun… Üretken olun… Mahallenizin, sokağınızın, apartmanınızın, işyerinizin, arkadaş gurubunuzun ‘örnek insanı olmaya’ gayret edin… Verdiğiniz sözde durun, yerine getiremeyeceğiniz vaatlerde bulunmayın… Yalan söylemeyin… İnsanın borcu namusudur. Her ne pahasına olursa olsun, sana (size) maliyeti ne olursa olsun, borcunuzu gününde ödeyin… Kendi mutluluğunuz için, başkasını mutsuz etmeyin…” der belki diyorum.

… …

Hani diyorum ki; o öğretmen, o anne, o baba; (belki) 10 dakikacığını çocuklarımıza ayırır da onlara; “…Ulusal değerlerimize ve ulusal varlıklarımıza sahip çıkın… Sinema koltuklarını, otobüs koltuklarını kesici aletlerle kesmeyin. Rakip takımın tribünlerinin koltuklarını parçalamayın. Sahaya patlayıcı, yanıcı maddeler atmayın… Spor dostluktur, kardeşliktir, centilmenliktir, beyefendiliktir… Aman yavrularım, sizler; o tribün koltuklarını parçalayacak kadar vahşileşen yaratıklar gibi olmayın…” derler mi ki diyorum?!…

… …

Kısacası; bu yazılarımı okuyan o öğretmen, o anne veya o baba; çok değerli zamanının 10 dakikasını çocuklarımız için ayırır da; “…Lütfen adam gibi adam olun... Sizi sevenleri, size güvenenleri utandırmayın…” der mi ki (derler mi ki) diyorum…

Onun için “eğitim, eğitim, eğitim” diye tutturuyorum.

Hani olur ya… Benimki de, bir umut işte…