Çok partili siyasal sistemlerde ve de ülkemizde iki tür parti vardır; Sistem partileri ve radikal partiler.

Sistem partilerine siyasal literatürde düzen partileri,   egemen sınıfın konumundan dolayı Burjuva partileri de denir.

Radikal partilerin (- ki, büyük çoğunluğu sosyalist kimlikli partilerdir) siyasi hedefi mevcut sistemi değiştirmek ve yeni bir sosyal sistemi inşa etmektir. Dayandığı temel sınıf işçi ve emekçi sınıflardır.

Sistem partilerinin amacı ise iktidara gelmek ve sistemi, dolayısıyla ülkeyi yönetmektir. Genellikle radikal partilerin dayandığı temel sınıfların oyunu alırlar; sonuçta egemen kesime hizmet ederler.

Konumuz iktidara talip olan siyasi partilerdir. Bunlar içinde de iktidara en yakın aday olan Sosyal Demokrat Siyasetin temsilcisi CHP' dir.

Bugün için CHP, ya iktidara gelmek ya da çok güçlü bir muhalefet partisi olmak gibi bir sorumluluk altındadır. Elbette muhalefet demek, iktidarın her dediğine hayır demek değildir. İktidarı denetim altında tutmak, yanlış politikalara müdahale etmek ve de özellikle siyasi ve sosyal projeler üretip devlet yönetimine katkıda bulunmaktır.

Ama ne yazık ki bu durum Türkiye'de geçerli olmamıştır. Bugüne kadar iktidar ve muhalefet, ülkenin hiçbir sorununda ortak bir çözüm üretmemişlerdir. Üstelik söylemleriyle de ülkeyi büyük ölçüde germişlerdir.

Öncelikle vurgulamak istediğimiz nokta, iktidara talip bir partinin ülkenin her bölgesinden yeterli temsil desteğini alabilmek olmalıdır

Oysaki bugün için bir kısım partiler ülkenin doğusundan, bir kısım partiler ise batısından oy alamamaktadır Yani bir ölçüde bölgelere göre halk desteğini kaybetmişlerdir.

Örneğin bugün CHP'nin Kürt kökenli yurttaşlarımızın yaşadığı doğu ve güneydoğu Anadolu'daki 22 ilimizden aldığı oy oranı ortalama olarak 2007 genel seçimlerinde % 8,56, 2009 yerel seçimlerinde Belediye Başkanlıklarında ki oy oram % 4.27, İl genel meclisindeki oy oram ise % 6,40 tır

Biraz daha ayrıntıya girersek, örneğin Diyarbakır'da 1977 seçimlerinde % 34.82 olan oy oram 2007 de 2.14, 2009 da 1.34 olduğu görülür. Hakkâri'de 1977 seçimlerinde % 36.30 olan oy oram 2007 de 3.49, 2009 da 0.04 olduğu görülür. Ve de Urfa'da 1977 de % 33.46 olan oranın 2007 de 4.75 e, 2009 da ise 2.24 e düştüğü görülür.

Bu 22 ilin toplam alam 250 bin km. karedir. Yani Türkiye'nin yaklaşık üçte biridir. Bir karşılaştırma olması amacıyla baktığımızda Yunanistan'ın alanı 132 bin km kare, Bulgaristan'ın 111 bin, Romanya'nın 237 bin km karedir

Bu demektir ki Sosyal Demokrat siyasetin temsilcisi olan CHP, bir dönem bölgenin en büyük partisi iken Romanya'dan da büyük bir bölgemizde halk desteğini büyük ölçüde kaybetmiştir.

Ülkenin kuruluşunda büyük harcı olan bir siyasi hareketin devamı olduğunu söyleyen, Atatürk, Cumhuriyet ve Laiklik vurgulamaları çok yüksek olan bir siyasetin ülkenin üçte birinde halk desteğini kaybetmiş olması çok ürkütücüdür.

Ne yazık ki böyle bir sonucun doğru bir analizi de yapılmamıştır. Bu da çok büyük bir yönetim zaafıdır.

Türkiye geneline baktığımızda ise yıllara göre, 1977 de % 42 olan oy oranı 2002 de 19.41, 2007 de (DSP dahil) 20.88, 2009 yerel seçimlerinde % 23.1 olmuştur. Bu durum Sosyal Demokrasiyi savunan bir parti için daha da vahim bir sonuçtur.

Ve de ülkede ilk kez iktidardaki bir partinin yıpranma payına karşılık büyüdüğü, muhalefetteki bir partinin küçüldüğü ya da en azından büyümediği bir siyasal sonuç çıkmıştır.

İşte bu nedenle sürekli zayıf kalan, her şeye hayır diyen, hiçbir soruna çözüm üretmeyen ve de halk desteğini giderek kaybeden bu politik önderliğin tasfiye edilmesi gerekmiştir.

Kendi iç dinamikleriyle politik çizgisini yenileyemeyen, adeta bir akıl tutulmasına mahkûm olmuş bu siyasete sistemin sahiplerince el konulmuştur.

Hoş olmayan bir operasyonla yönetim tasfiye edilmiştir. Değişimden yana söylemleriyle dikkat çeken ve halk tipi bir figür olan Kılıçdaroğlu evinden alınıp başına bir şapka geçirilmiştir. Eline bir mühür verilip Başkan sensin denilmiştir. Hem ülke siyasetinin hem de Partinin önünü açması istenmiştir.

Çünkü iktidara gelemese dahi güçlü ve de çözüm üreten bir Sosyal Demokrat muhalefete ihtiyaç duyulmuştur.

Ordusuyla, yargısıyla, basınıyla ve siyasetiyle kavgalı bir Türkiye, toplumu büyük ölçüde germiştir. Yükselen Kürt hareketi zaten bir iç savaşa doğru taşınmaktadır. Artık toplumsal bir barış sürecinin başlatılması kaçınılmaz bir noktaya gelmiştir.

CHP'deki değişim bu bakımdan çok önemlidir. Değişen yönetim ve şapkasını giyen Kılıçdaroğlu ile bir rüzgâr oluşmuştur. Bu rüzgâr, iktidara duyulan tepki midir ya da Sosyal Demokrasiye ve de Kılıçdaroğlu'na duyulan güven midir? Bilemiyoruz. Ayrıca bu rüzgâr oya dönüşür mü, örgütsel güç bunu başarabilir mi? Onu da bilemiyoruz. Ama CHP örgütünün amacı bu rüzgârı haşarıya dönüştürmek olmalıdır.

2011 seçimlerinde kim iktidara gelir belli değil ama her kim gelirse gelsin masasında bulacağı dosyalar yeteri kadar ağırdır. Başta Anayasa olmak üzere Kürt sorunu, Alevi sorunu, Kıbrıs sorunu (-ki, Avrupa Parlamentosu asker çekilmesi için karar almıştı.) , Ermenistan sorunu, AB île ilişkiler ve de daha önemlisi Kuzey Irak sorunu... Ayrıca YÖK gibi k sorunlar...

Bu sorunların büyük çoğunluğu milli sorunlardır. Tek bir partinin çözmesi mümkün değildir. Bu nedenle İktidar ve muhalefet şu andan itibaren bu konularda işbirliği yapmalıdır. Ortak bir dil geliştirmelidir. Ve de Milli bir konsensüs oluşturmaya çalışmalıdır.

Referandum süreci ve söylemler bunun İçin bir fırsat olmalıdır. Söylem dili yapıcı olmalıdır. Birbirlerini hain, hırsız gibi aşağılayıcı, Recep efendi, memur Kemal gibi alaycı sözlerle siyasetin seviyesi düşürülmemelidir.

Daha da önemlisi CHP tarafından, Türkiye'nin her bölgesinden yeterli halk desteği alabilecek bir sosyal program dillendirilmelidir.

Eğer iktidara gelinmek isteniyorsa, ülkeyi yönetmek isteniyorsa!