Ülkemiz insanlarının dillerinden düşürmediği sözcükler mesken sıkıntısı çekildiğini açıklamaya yetiyor.
İnşaat sektörü bu hızla devam ederse sıkıntıları atlattığımız gibi artı duruma da geçmiş olacağız.
Bunlar güzel ama kalkınmamız için yeterli değil.
Kalkınmanın ana şartı yatırım ve üretmek olmalıdır.
Mesken çok gerekli olmakla birlikte üretken olmadığı açıktır.
*
Mesken sıkıntısını çok güzel anlatan, Ahmet Er’in 1956’dan önce yazdığı “Anama Mektup” isimli bir şiiri vardır.
Kimdir Ahmet Er?
1956’da üsteğmendir. 27 Mayıs 1960’da ihtilali gerçekleştiren 37 komite subayından biridir. Alpaslan Türkeş’le birlikte yurtdışına zorunlu gönderilmiştir. Bu grup 14 kişidir ve 14’ler olarak adlandırılmışlardır. Ve o grubun bu gün hayatta kalmış tek üyesidir.
Şiirden aklımda kalan kısım şöyle:
“Ana!
Oku, adam ol, maaşa geç derdin.
Okudum, adam oldum, maaşa da geçtim.
Günlerden bir gün İstanbul’a geldim
Maaş 240, kira 250
Dikkat et ama!
Büyüktür 250-240’tan”…
Şiirin devamını hatırlamıyorum ama kiralık ev bulmanın zorluğunu ; bu kısım anlatmaya yetiyor.
Bu gün için, kira öder gibi taksit ödeyerek ev sahibi olabilme imkanı harika durumdur.
Önemli bir ayrıntıyı daha ekleyeyim: Ahmet Er subay olduğu için avantajlı durumdadır. 1957’de yeni işe başlayan öğretmenin maaşı 137 TL’dir.
*
40-50 sene evvel özenle yapıldığı düşünülen binalar yıkılarak yenilenmeye başlandı. Deprem bu binaların yapımında hatalar olduğunu ortaya çıkardı.
Utanarak söylüyorum ama Mimar Sinan’ın torunu sayılacak mimarların; 1980’den önce yaptıkları binanın izolasyon yönünden sıfır sayılacak durumda olduğunu düşünürken ve Marmara depreminden sonra inşaat tekniği, demir hesabı ve dizaynı, çimento dozajı bakımından da yeterli olmadığını, depremler tarafından son derece pahalı ve unutulmaz acı kayıplar yaşayarak öğrendik.
Bu konunun rasyonel bir şekilde irdelendiği konusunda şüphelerim var. Televizyonda inşaatların durumu ile ilgili olarak bilgi veren bir firma yetkilisinin şöyle bir anlatımı vardı; “İncelediğimiz 2800 firmanın hiç birinin beton kalitesi yeterli değil!..
Gösterilen karat numunelerin ikisi o kadar feci idi ki ; o bina nasıl ayakta duruyor? Hayret etmemek mümkün değil.
Yıkılan binalar içinde çürük olduğu söylenen 10 katlı binalar var. Bunlar İstanbul depremini yaşadı. Yıkılan olmadığı gibi çatlak vs. gibi görüntü verenler de yok denecek kadar az.
İnsan ister istemez şüpheye düşüyor, sağlamlık irdelemelerinde abartı mı var? Yanlış olan bir şey mi var?
Betonarmenin esnek olmadığı dayanma direncinin bittiği nokta da birden bire yıkıldığı bir gerçek.
Her deprem oluşundan sonra televizyonlarımıza konunun uzmanları çağrılıyor. Birbiri ile uyuşan söylemlere çok az rastlıyoruz. Buda ayrı bir şüphe davetiyesi oluyor.
Sapasağlam binaların yıkıldığını; gereksiz bazı israfın olduğunu dillendirenler var. İstanbul’da 10 katlı 180 metre karelik 20 daireli binaların maliyetinin yaklaşık 600 bin TL olduğu hesaplanmıyor. Böyle 100 binalık yıkımı hesaplayarak baz olacak olsak 600 milyon TL ziyan edilmiş oluyor. Üretken büyük bir yatırımı gerçekleştirecek bir para.
Aslında yazlıklar gibi yatırımlar yaparken de “acaba daha isabetli yatırım dalı var mı?” diye hiç düşünmedik.
Güzel binalara sahip, görkemli şehirler elbette gurur verici ama ihracat yapan verimli fabrikalar daha doğru ve milli zenginliği arttıracaktır. Uzatmadan ve de karıştırmadan söyleyeyim; bundan sonra yıkıp yapma lüksümüz kalmamıştır.
En güzel günler sizlerin olsun…

(Not: Bu yazı Dergi Haberexen’in Eylül sayısında yayınlanmıştır.)