1 Eylül 1939 Almanya'nın Polonya'yı işgal ettiği gündü. Ve bu gün, dünyanın en kanlı savaşı olan "2. Dünya Savaşı"nın başlangıç günü oldu.

50 milyondan fazla insan öldü. 100 milyondan fazla insan yaralandı. Binlerce kent yakıldı, yıkıldı. Ülkeler tahrip edildi. Atom bombası kullanıldı. 7 milyondan fazla Yahudi fırınlarda yakıldı, gaz odalarında boğuldu.

Dünyanın gelmiş geçmiş yaşadığı bu en büyük felaketin unutulmaması için, 1950 yılında Varşova Paktı üyeleri tarafından 1 Eylül, "Dünya Barış Günü" olarak kabul edildi.

1950 yılından itibaren 1 Eylül, tüm ülkelerde "Dünya Barış Günü" olarak kutlanmaya başlandı.

Ancak "Birleşmiş Milletler Genel Kurulu” 1981 yılında, her yıl "Genel Kurul"un açılış günü olan Eylül"ün üçüncü Salı gününü "Dünya Barış Günü" olarak ilan etti.

Ve Genel Kurul 7 Eylül 2001 yılında aldığı bir kararla önceki kararını değiştirdi ve 21 Eylül'ü "Dünya Barış Günü" olarak kabul etti.

Tüm buna rağmen bir kısım ülkelerde 1 Eylül, "Dünya Barış Günü" olarak kutlanmaktadır. İkinci dünya savaşının yaşattığı bu en büyük toplumsal felaket anılmakta ve barış çağrıları yapılmaktadır.

Peki, bugün dünya barış içinde midir? Hayır. Emperyalizm tüm mazlum ülkelerde iç karışıklığı tahrik etmekte ve tüm mazlum ülkeler arasında sürekli savaş ortamı yaratmakta. Özellikle yıpranmış ve miadı dolmuş işbirlikçi yöneticileri değiştirmek için iç savaşı tahrik etmekte.

Arap baharı diye sunulan Arap dünyasındaki değişim bunun özellikle bir kanıtıdır. Bu tip ülkelerin demokratik düzenini inşa edememiş olması emperyalizme böyle bir olanak sağlamıştır. En yakın örneği bugün için Suriye'dir.

Yani emperyalizm hem dünya barışının hem de ülke içindeki barışın oluşmasında temel bir engeldir.

Ulusal kimliklerin bastırılmış olması, etnik ve inanç kimliklerinin bastırılışı, elbette ülke içinde ve dışında barışa giden yolun en büyük engelidir.

İşte bu nedenlerle barışı engelleyen bastırıcı güçlere karşı, ülke içinde ve ülke dışında bir toplumsal muhalefet yaratmak "Dünya Barış Günü"nün en büyük hedefidir ve de olmalıdır.

Elbette emperyalizmin olduğu bir dünyada evrensel bir barışı sağlamak zordur, hatta olanaksız gibidir. Bu nedenle barış için mücadele, bir ölçüde emperyalizme karşı mücadeledir. Terör örgütlerinin arkası araştırıldığında emperyal güçlerin olduğu görülecektir.

Genelde barış tüm halkların ortak bir talebidir. İşte bu toplumsal muhalefeti, dünya halkları ve her ülkenin kendi halkı yaratacaktır.

Dünyada barışı sağlamak elimizde değil ama ülkemizdeki barışı sağlamak büyük ölçüde elimizdedir. Ve bunun için Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözü evrensel bir yol göstericidir.

Elbette bunun için öncelikle etnik çatışmalara karşı, Alevi-Sünni tahriklerine karşı ortak bir tepki ve ortak bir dil kullanılmalıdır.

Bugün doğuda doğan çocukla batıda doğan çocuk, birbirinden uzaklaşan bir psikoloji ile büyümekte; cenaze törenlerindeki görüntüler, karşılıklı kin ve nefreti daha da beslemektedir. Böyle bir toplum elbette ülke içindeki barışı inşa edemez.

Ülkedeki çatışmaların nedenlerini ortadan kaldıramayan, kapılara konulan işaretlerle mezhep çatışmalarını tahrik edenleri teşhir edemeyen bir devlet elbette barışı inşa edemez.

Tüm komşularını düşman bilip komşularıyla dostluk köprüsü kuramayan bir devlet elbette barışı inşa edemez.

Ama barış isteyen bir halk bu toplumsal refleksi oluşturursa, siyaset üstünde barış isteyen bir baskı yaratırsa elbette siyaset buna duyarsız kalamayacaktır.

Barış isteyen büyük bir toplumsal oluşum ve tepki, ülkeyi yönetenlere sorumluluğunu hatırlatacaktır.

Artık şu bilinmelidir ki, barışa giden yolların taşları; halkın, sivil toplum örgütlerinin, demokrasiyi savunan güçlerin siyaset üzerindeki baskısının hissedilmesiyle döşenecektir.

Ama bunun için öncelikle bu toplumun bilinçaltına kazılmış etnik ve inanç karşıtlığının temizlenmesi gerekir.

Halkın bilinçaltına, siyaset ve çıkar grupları tarafından yıllarca ekilmiş kin ve nefret duygusunun sökülüp atılması gerekir.

Şırnak Uludere'de kaza yapan askeri araçta ölen ve yaralı askerlerin yardımına koşan Uludereli anaların davranışına hayretle bakan bir zihin yapısının yok edilmesi gerekir.

Umarız ki 1 Eylül Dünya Barış Günü, ülkemizde;

-cumhuriyetle barışık ama inanç kimliği nedeniyle dışlanmış gibi hisseden Alevinin,

-etnik kimliği ile dışlanmış hisseden Kürt kökenli yurttaşlarımızın ülkesiyle barıştığı, barıştırıldığı,

-kendi insanını devlet düşmanı gibi görmeyen bir siyasi anlayışın geliştiği gün olsun.

Ve yine umarız ki 1 Eylül;

-sanatçısının, yazarının, şairinin tehdit edilmediği, gazetecisinin içeri atılmadığı, tutukluluğun bir cezaya dönüştürülmediği,

-siyasetin din, ırk ve mezhepten beslenmeyi bıraktığı,

-siyasi liderlerin toplumu geren bir dili terk ettiği,

Yani özet olarak, kalıcı toplumsal bir barışın olabilmesi için siyasi ve toplumsal bir gönül seferberliğinin başlatıldığı bir gün olsun.