Bayram hediyemi; Yüksel Şenel ’in “EL-ESMAÜL- HÜSNA” adlı eserinden sunuyorum.
Mevlana diyor ki:
Ya ilmi tahsil et âlim ol
Ya âlimin derslerini okuyarak bilgin ol
Ya da âlimin derslerini anlatandan dinleyerek dinleyici ol!

İşte o zaman karanlıktan kurtulur aydınlığa kavuşuruz. Bir filozof diyor ki; “Karanlığa kızıncaya kadar kalk da bir mum yakarak aydınlığa kavuşsuna!”
Osmanlı Devletinin kurucusu Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman Gazi oğlu Orhan Bey’e şu nasihatte bulunmaktadır: “Osman Gazi hastadır, ölüm döşeğindedir. Oğlu Orhan Bey’i yanına çağırır ve derki bu nasihatimi tutman, yapman ve tatbik etmen içindir ve şu nasihati verir: Benim iki gözüm oğlum! Milletine yararına ışık tutan ilim adamlarına, millete pak ahlak yolunu gösteren sülalene, millet için can vermiş olan şehitlerin evlatlarına hürmet ve itibar göstermekten asla ayrılma, bunları her zaman gör ve gözet.
Allah’ı tanımayan, kazancını içkiye veren ve zina eden kimselere devlet işlerinde vazife verme: verirsen yüzün kara ahirete gelirsin. Zira bu tip insanlar Allah (c.c) gazabına müstahak olduklarından işlerinde hayır ve başarı olmaz. Bunlar, halka hüsnü muamele etmezler ve rüşvet almaya meyilli olurlar. Memleket ve millet de bundan zarar görür. Bilmediğini bilenden sor. Sana sadık olanları hoş tut. Askerlerine bol ihsanda bulun.
Osman Gazi’nin oğlu Orhan Bey’e bundan 6 asır önce yapmış olduğu vasiyetinde ne kadar haklı olduğu günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır.
Yunus diyor ki:
İlim, ilim bilmektir.
İlim, kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Bu nasıl okumaktır?
Evet, okumak kâfi değildir. Anlayarak okumak lazım, anlamakta kâfi değil, anladığımızı yaşantımıza geçirmek, onunla amel etmek lazımdır. Bunun için Allah (c.c) bize her şeyi vermiştir. Gören göz, yürüyen ayak, çarpan kalp, her şeyi ine teferruatına kadar düşünen bir aklımız vardır. Öyleyse edindiğimiz bilgilerle iyiyi kötüyü birbirinden ayırt etme melekesine sahibiz. Yeter ki Hacı Bektaşi Veli’nin şu dörtlüğünü iyice okuyalım, anlayalım, anlatalım ve yaşantımıza koyalım:
Hararet nardadır, saçta değil.
Keramet hırkada taçta değildir.
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te Mekke’de hacda değildir.
Yalnız bilmek, ilim sahibi olmak, mevki sahibi olmak yetmiyor. Bu bilgileri insanlığın iyiliği, selameti için kullanmak lazımdır. İşte o zaman ilim ve bilgi bizi selamete götürür. Yoksa faydasız ilimden ne sahibine ne de başkalarına fayda gelmez.
Behlül Dane’nin şu ibret verici hikâyesi ne kadar düşündürücüdür: “Abbasi halifesi Harun Reşid’İn kardeşi Behlül bir gün kimseye görünmeden sarayın taht odasına girer: Harun Reşid’İn tahtına çıkar oturur. Bir süre sonra odaya giren muhafızlar tahta üstü başı dökülen, saçı sakalı birbirine karışmış birisinin oturduğunu görünce, üstüne saldırırlar. Sille tokat döve döve tahtan indirirler.
Behlül’ün feryatları ve muhafızların bağrış çağırışları sarayın koridorlarında yankılanır. Gürültünün sebebini öğrenmek isteyen Harun Reşid, taht odasına girer. Halifeyi gören muhafızlar Behlül’ü bırakırlar. Harun Reşid ağlayan Bühlül’ün yanına gelerek: ”Ey benim kardeşim ne oldu, niçin ağlıyorsun?” diye sorunca muhafızlar durumu anlatırlar. Behlül’ü tanıyamadıklarını söylerler. Bunun üzerine Halife: “Bak seni tanıyamamışlar. Bir yanlışlık olmuş. Hadi artık ağlama!” diyerek Behlül’ü teselli etmeye çalışır.
Behlül: “Ey Abbasi Sultanı! Vallahi ben dayak yediğim için ağlamıyorum! Biraz önce senin tahtına birkaç dakika oturmak gafletinde bulundum, bunun karşılığında dünyanın sopasını yedim. Ben birkaç dakika için bu kadar dayak yersem, sen yıllardır bu taht üzerinde oturmaktasın, kim bilir senin yarın mahşerde ne sopalar yiyeceksin. Senin o halini düşünüp ağlamamak mümkün mü?”
Yüksel Şenel ile 1941 yılının Eylül ayında, Tanyeri ilkokulunda okumaya başladığımız sene tanıştım. Çorum Lisesi’nde devam eden arkadaşlığımız 74 seneyi doldurmuş bulunuyor.
Yüksel Şenel’e: “Kalemine sağlık” diyor, nice bayramlara sağlıklı, mutlu bir şekilde kavuşma diliyorum.
Ayni dileklerimi siz okuyucularım ve ülkemin bütün insanları için de diliyorum.
En güzel bayramlar ve en güzel günler sizlerin olsun.