Nereden nerelere geldik?

Tam devletçilikten, tam serbestçiliğe.

Karma ekonomiyi de denedik.

Yarı karmayı da…

Serbest ekonomi bizi dalgalı bir denizin ortasına sürükledi ama olsun.

Üzerinde bir dolar bulunduranın tutuklandığı dönemleri, rahmetli eski cumhurbaşkanı Turgut Özal sayesinde aştık.

Her kesimde devletçilikten kurtulmaya çalıştık, özelleştirmeler döneminde bazı konuları yüzümüze gözümüze bulaştırdık ama olsun.

Verimli çalışan devlet kurum ve kuruluşlarını ölü eşek fiyatına özel sektöre peşkeş çektik.

Ona da katlandık.

Sattıklarımızı geri getirmek mümkün değil.

Sadece bankacılık sisteminde devleti ihmal etmedik.

Devlet Bankalarını ayakta bıraktık.

Bırakmakla kalmadık, bu bankaların yanına bir de “yatırım bankacılığı” nı ekledik.

İyi ki devlet bankalarını satmadık, iyi ettik..

İyi ettik ama bankacılık gereklerini özel sektör anlayışı ile yapabiliyor muyuz?

Verimlilik nedir?

Halka yeteri kadar hizmet edebiliyorlar mı?

Hizmet kalitesi ve hızı nedir pek bilenimiz yok.

Demek ki yaşamak gerek.

Neyi anlatmak istiyorum?

Ben SGK emeklisiyim. İşçi emeklisi yani.

Emekli maaşımı da ilk günden beri Devletin bir bankasından alırım.

Adı da belli: Ziraat Bankası.

Evime yakın bir şubeye her ay bir kere gider, gelirim. Sorun yok yani.

Son günlerde devlet yönetimi, özel bankaları devamlı “Neden kredi faizlerini aşağı çekmiyorsun?” diye pataklıyor ya…

Bir sebebi vardır diye düşünmüştüm…

Devlete vergi borcumu ve de aracımın ikinci taksitini ödemek için bankama gittim..

Saray ekonomistleri zaten “Bundan böyle MTV (Motorlu Taşıt Vergileri)ni özel bankalara yatırmayı yasaklamış…

Nasıl yasaklar?

Bu ayrı konu…

Memure hanım işlem yaparken “Bu işlemi şube olarak hemen yapamıyoruz. Merkez kanalıyla işlem gerçekleşiyor. Siz isterseniz evinize gidin, dekontu sonra alırsınız” demez mi?

Ben işlemi iptal ettirdim.

Nedeni şu: Meğer bankanın dışında ATM’lerden ödenebiliyormuş..

Sonra yine aynı memurenin karşısında buldum kendimi, “Nasıl bir uygulama bu?” diye sordum.

Bilmediğini söyledi.

Bir şey daha merak ediyordum…

Aldığım emekli maaşımın yarısı kadar bana ödeme imkanı tanıyan kredi kartımın limitinin artırılmasını istedim.

Maaşımın yarısı kadar olan kredi limitinin fazla işe yarmadığını, biraz daha yükseltilmesi gerektiğini anlattım.

Belli yaşın üstünde olduğum için (80 yaşıma basmış bulunuyorum) banka yönetiminin maaşın yarısı kadar limiti uygun bulduğunu öğrendim.

Durumu açık ve net olarak anladım.

Yönetim bizler için “Bunların zaten bir ayakları çukurda, fazla parayı ne yapacaklar ki. Otursunlar oturdukları yerde” demek istemiş.

Haklılar.

“Hiçbir çözüm yok mu?” diye sordum.

Sormaz olaydım.

“Var” dedi, memure…

Ekledi: “Bir kefil gösterirseniz limit yükseltilebilir”

Gülmek değil, kahkaha atmak geldi içimden..

Ama kendimi tuttum.

Tutmasaydım şunu diyecektim memureye;

“Yani galibe bana, size vefat namazınızı kıldıracak imam ancak kefil olabilir demek istediniz değil mi?”

Özetle devletçilik bu…

Mantığı da belli…

Felsefesi net;

“Para var, insan yok…”