Bizim kuşak okuyarak öğreniyor; ülkemiz siyasi tarihi, ne yazık ki, demokrasiye müdahaleler ve müdahale girişimleri ile dolu.

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 15 Temmuz 2016…

1960’lı yıllarda Silahlı Kuvvetler içinden bazı subayların darbe girişimleri de tarihin kayıtlarına geçmiş durumda.

Bugün 12 Eylül 2020…

1980 askeri müdahalesinin 40. yıldönümü…

Burada, gerek 12 Eylül’ün, gerekse önceki ve sonraki darbelerin, darbe girişimlerinin tahliline girişecek değiliz.

12 Eylül vesilesiyle, “gerçek demokrasi” gerekliliği ve özlemi üzerine kısa bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.

*

Bildiğimiz bir gerçek varsa, tüm darbelerin ve darbe girişimlerinin “demokrasi dışı” olduğu, ülkeye ve ülkenin insanlarına hiçbir yarar sağlamadığı, aksine gelişmeye, ilerlemeye engel olduğu gerçeğidir. Sağladığı yarar da, ülkeye değil, bu organizasyonlarda parmağı olan dış güçleredir.

Müdahalelerden en büyük zararı, daima, demokrasiye bağlı halk kitleleri görmüştür.

Her müdahale, “demokrasinin bu millete bol geldiği” tezini savunanların sandıktan güçlenerek çıkmaları sonucunu doğurmuştur.

Atatürk ilkeleri doğrultusunda ve güya demokratik bir anlayışla yapıldığı ileri sürülen müdahaleler de buna dahildir. Zira, müdahalelerin demokrasi dışı siyasi akımları besleyen reaksiyonlara dönüşeceğinin, dış odaklar tarafından iyi hesaplandığı sonradan anlaşılmıştır.

*

12 Eylül, ülke kan gölüne döndüğü için yapılmış görünür ve pek çok kesim tarafından kurtuluş gibi değerlendirilir, ama kardeş kavgalarının temeline inildiğinde, bunun da demokrasiye komplonun bir parçası olduğu kolayca anlaşılabilir.

Bu süreçte çekilen acıları, ülkenin ne kadar geri gittiğini ise söylemeye bile gerek yok.

*

Ülkemizi kutuplaştırma, ayrıştırma siyasetlerine bu yüzden şiddetle karşı çıkıyoruz.

Bu yüzden, her lafın başında “toplumsal barış” diyoruz.

Bir daha bu oyuna gelmemeliyiz, provokasyonlara alet olmamalıyız, ne arıyorsak sandıkta aramalıyız diye sesimizi duyurmaya çalışıyoruz.

*

Demokrasinin temel ilkesi, yönetenlerin halk iradesiyle, seçimle iş başına gelmeleri, yine seçimle görevden uzaklaştırılabilmeleridir.

Ancak, tarihte pek çok diktatörün seçimle iş başına geldiği düşünülürse, “sandık” sözcüğünde ifadesini bulan “seçim” de, tek başına demokrasinin güvencesi anlamına gelmiyor.

Çağdaş demokrasi anlayışında, hukukun üstünlüğü, sosyal adalet, insan haklarına saygı, çevre duyarlılığı gibi unsurlar da, demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. Ve bu kavramlara sırtını dönmek de, demokrasi dışıdır.

*

Gönlümüzün arzu ettiği; ülkemizde, her türlü müdahaleden, kumpas ve komplodan uzak, gerçek demokrasinin tesis edilmesi, kutsal değerlerimizin siyaset malzemesi yapılmaması ve seçimlerin gerçek anlamda bir proje ve hizmet yarışına dönüşmesidir.

Türkiye’ye dünyadaki saygın yerini kazandıracağına, çağdaş uygarlık düzeyine çıkaracağına ve insanlarımıza mutlu, huzurlu bir yaşam sunacağına seçmeni inandıranların iş başına getirilmeleridir.