Türk toplumu büyük bir sınavdan geçiyor gibi... Sanki geçmiş tarihiyle ve darbe dönemleriyle yüzleşiyor gibi... Dileğimiz böyle olması...

Her nasılsa fiilen yapılmış darbelerle yüzleşilemedi, hesap sorulamadı ama, yapılması muhtemel bir darbe girişiminden hesap sorulur oldu. Adına da "Ergenekon Örgütü" denildi.

4 Yıla yakın süredir devam eden bu hesap sormada, yarısı tutuklu 500 ü aşkın kişi sanık sandalyesine oturdu. Toplam 8 bin sayfayı aşkın iddianame, 2 bini aşkın klasör oluştu.

Suçludur, suçsuzdur bunu bilemeyiz... Sonucu yargı tespit edecektir. Sonuç ne olursa olsun darbelerin tartışılır olması bile olumludur.

Ama son içeri alman basın mensuplarından hareketle, kamu vicdanı rahatsız ve kaygılı oldu. Bu tutuklamalar toplum vicdanında pek de kabul görmedi.

Uzun süreli tutukluluk dönemi, yargıya olan güveni büyük ölçüde sarstı. AB parlamentosu ve AB yetkililerince bu konu ağır bir dille eleştirildi. Özellikle basın özgürlüğü konusunda kaygılı oldukları bildirildi.

Kaldı ki, bugün devletin başında olanlar da tutukluluk süresinin uzun oluşundan, yargılamanın uzamasından ve genişleyen tutuklamalardan rahatsızlıklarını dile getirdi.

Aslında bu davada toplumun tüm kesimlerinin desteği de oluşmadı. Kuşkuyla karşılandı. Muhalifler temizleniyor algısı yaygınlaştı.

Yani toplum bu konuda yeteri kadar ikna edilemedi.

Zaten Türk toplumunda, darbelere karşı hiçbir zaman ortak bir refleks gelişmedi. Toplumdaki yarılma darbe anlayışına da yansıdı. İyi darbe, kötü darbe zihniyetiyle bakıldı.

Nitekim 27 Mayıs'ı Türk solu sevinçle karşıladı, hatta uzun bir süre bayram olarak kutlandı. 12 Mart'ı Türk sağı sevinle karşıladı. 12 Eylül darbesi ise, sağı da, solu da silindir gibi ezdi.

En azından 12 Eylül 1980 darbesinden bu yana, askeri müdahalelere ortak bir tavır, ortak bir refleks gelişmiş olmalıydı... Ama olmadı, olamadı...

Peki, Türk toplumunda niçin böyle bir ortak refleks gelişmiyor? Neden parlamenter sisteme müdahaleye ortak bir karşı duruş gösterilmiyor? Niçin her müdahalede kimi şapkasını alıp kaçıyor, kimi bayram ediyor?

Öyle görünüyor ki, bu toplum sivil olamadı, sivil düşünemedi. Sivil elbise giymeyi sivillik sandı.

Bu toplum demokratik bir yapıyı tam olarak inşa edemedi. Etnik farklılıkları, inanç farklılıklarım kabullenen, hoşgörülü bir iklim oluşturamadı. Gelenekleriyle, görenekleriyle ve muhafazakâr değerleriyle oluşan yaşam biçimi, resmi ideoloji tarafından pek de hoş görülmedi. Toplumsal zihinlere sürekli bir iç tehlike algısı yerleştirildi.

Sonuçta bu toplum, her sorun yükselmesinde bir "kurtarıcı'' bekledi. Sivil siyasete yeteri kadar güvenmedi. Sivil siyaset ise yeteri kadar güven vermedi.

İşte bu nedenlerle, ülkede şöyle ya da böyle işler kötüye gittiğinde, ordunun sahneye çıkmasını bekleyenlerin sayısının hiç de az olmadığı bilinmektedir. Ayrıca siyaseten gelişemeyenler, halkla buluşabilecek siyaset üretemeyenlerin de sürekli güç odaklarına, gönderme yaptıkları da bilinmektedir. Ne yazık ki bu durum ülkemizde bir realitedir.

Askeri darbelerin bir yönü silahı elinde bulundurmaksa, diğeri de toplumsal zihniyettedir. Ve bu zihniyetin oluşturduğu "kurtarıcı" beklentisinde yatmaktadır.

Zaten toplumun zihnindeki "kurtarıcı" imgesi silinmedikten, halk askerin bir alternatif olmadığı inancına varmadıktan sonra sadece silahlı bir güç değil, silahsız bir güç de çok kolay otoriter sistemi kurabilir.

Nitekim toplumun önemli bir kesiminin, son gelişmelerden kaygısı budur.

Artık, toplumun zihnindeki "kurtarıcı" imgesi silinmelidir. Darbelere karşı ortak bir refleks gelişmeli, geliştirilmeli, geliştirmeliyiz. Siyasetler de korku üretmek yerine bunun önünü açmalıdır.

Referandumda "evet'in propaganda söylemi, 12 Eylül darbecilerinden hesap sorutması üzerine inşa edilmişti. Ama henüz bir adım bile atılmadı.

Bilinmelidir ki Arjantin, 34 yıl sonra darbecilerini yargıladı, mahkûm etti.

Yunanistan darbecilerini yargıladı, mahkûm etti.

İtalya, devlet içindeki örgütlenmiş derin yapılan yargıladı, mahkûm etti. Devletin bağırsaklarını temizledi.

İspanya darbecilerim yargıladı, mahkûm etti. İspanya Kralı ve halkı darbecilere direndi, demokratik sistemi teslim etmedi.

Ne yazık ki bizde, 12 Eylül'de Anayasal düzeni lağvetmiş darbecilerin başını ilk kutlayan ve başarı dileyen, o günün öncesinde 7 yıl Cumhurbaşkanlığı yapmış Sayın Korutürk ve Anayasası yürürlükten kaldırılmış olan Anayasa Mahkemesinin Başkam olmuştur.

Artık yapılması gereken bugüne kadar yapılmış tüm darbelerle yüzleşilmeli ve yargıda hesabı sorulmalıdır. Devlet kendi halkına karşı bu konuda sorumludur.

Her darbenin acısını büyük ölçüde yaşamış olan bu toplum, çocuklarına korkulu bir gelecek bırakmamalıdır...