2014 ve 2015 seçimleri, ülke geleceğinin siyasal haritasını belirleyecek üç seçim olacak demiştik ve de denilmişti.
Bunlar yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2014 genel seçimleri idi.
Yerel seçimler yapıldı. Halk tabiriyle herkes ağzının payını da aldı.
Bugün gündemi belirleyen konu ise cumhurbaşkanlığı seçimidir.
Ve cumhuriyet tarihinde ilk kez halk tarafından seçilecektir. 19 Ocak 2012 günü kabul edilen 6271 sayılı yasa ile düzenlenmiştir.
Aslında yapılan yerel seçim için, bundan sonraki seçimlerin kaderini belirleyecek bir sonuç yaratmış da diyebiliriz.
* * *
Bugün cumhurbaşkanı kim olmamalı değil, nasıl bir cumhurbaşkanı olmalı ya da olmamalı demeliyiz.
Peki, nasıl bir cumhurbaşkanı olmalı ya da olmamalı?
-Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin doğusuna, batısına ve tüm farklılıklara hitap edebilmeli. Yani cumhurbaşkanı, öncelikle böyle bir profile ve düşünsel zenginliğe sahip olmalı.
-Sayın Ahmet Necdet Sezer gibi Çankaya'ya hapsolan bir hukuk danışmanı olmamalı.
-Sayın Abdullah Gül gibi bu makamı bir noter olarak kullanmamalı. Ama bir istemezük de olmamalı.
-12 Mart ve 12 Eylül darbecilerini kutlayan Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk gibi olmamalı. Gerektiğinde tankın üstüne çıkabilecek kadar cesur olmalı. .
-Çankaya'yı inziva yeri ya da 5 yıllık bir kamp yeri gibi kullanmamalı.
-Yalnız Büyükelçilerin "güven mektubunu" kabul eden, yalnız devlet başkanlarını karşılayıp ağırlayan bir protokol makamı da olmamalı.
-Özellikle bir devlet adamı profili ve devlet adamı sorumluluğunda olmalı.
-5 yıllık dönemin icraatından da sorumlu olmalı, olabilmeli.
Çünkü halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanının artık halka karşı bir sorumluluğu olmalı. Ve hesabı sorulabilmeli.
Ama ne yazık ki, anayasanın 105. maddesi bu hesap sormayı yasaklamıştır.
İşte 105.madde: "Cumhurbaşkanı'nın resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz'' demiştir.
* * *
Bugün, istesek de istemesek de seçilen cumhurbaşkanı siyasal bir kimlik olacaktır.
-Halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı, bir ölçüde başkanlık sistemine geçittir.
-1924 ve 1961 anayasalarında olmayan yetkilerle donatılmış 1982 darbe anayasası, şu haliyle bile başkanlık sisteminin alt yapısıdır. Maalesef 32 yıl önce bu görülememiştir.
İşte bu yetkilerden özellikle çarpıcı bir bölümü:
17 üyeli AYM'nin 14 üyesini belirlemenin, tüm rektörleri atamanın, Milli Güvenlik Kurulu'nu yönetmenin yanında,
-TBMM'ni gerektiğinde toplantıya çağırabilir.
-TBMM'ni istediği zaman feshedip yeni seçimlere gidebilir.
-Bakanlar Kurulu'na başkanlık edebilir.
-Ordunun "kullanılmasına" karar verebilir.
-Genelkurmay Başkanı'nı kimseye sormadan atayabilir.
Bunun anlamı şudur: Eğer cumhurbaşkanı anayasadaki tüm yetkilerini kullanırsa bu fiili bir başkanlık sistemi demektir. Ki, buna Kenan Evren Sistemi de diyebiliriz.
* * *
İşte muhalefetin alacağı tavır burada daha bir önem kazanmaktadır.
Görünen o ki, muhalefet umutlarını Gül ve Erdoğan çatışmasına bağlamış gibidir.
Oysa ki:
-Yargının tahrip edildiği ve güvenin sarsıldığı...
-Otoriter bir devlet sisteminin inşa edilir olduğu...
-Toplumsal yarılmanın, geri dönüşü olmayan bir yola girer olduğu...
-Uluslar arası güvenin azaldığı...
-Hukuk devleti yerine, kanun devletinin egemen hale geldiği...
İşte böyle bir dönemde, cumhurbaşkanı seçiminin önemi daha da artar olmuştur.
Mevcut anayasal yapının, fiili bir başkanlık sistemine uygun olduğu da göz önüne alınırsa bu seçim daha da hayati olmaktadır. Kaldı ki bu seçim, 2015 seçiminin de bir referansı olacaktır.
Ancak yerel seçim sonuçları da göstermiştir ki, Türkiye'nin doğusunda oluşmuş siyasal ve toplumsal irade, "Cumhurbaşkanlığı Seçimi"nde belirleyici etken olacaktır.
Özellikle Türkiye'nin doğusunda siyaseten yok olmuş gibi görünen muhalefet, bu olguyu görmelidir. Ve de kesinlikle görebilmelidir.
Yani muhalefetin göstereceği aday; Türkiye içindeki sorunları görebilen, gerektiğinde çözüm üretebilen, farklılıklara seslenebilen bir kişilik olmalıdır.
İktidar adayı karşısında alternatif olabilmenin koşulu budur. Yani realite bunu göstermektedir.