“Beni burada arama anne

kapıda adımı sorma

saçlarına yıldız düşmüş

koparma anne

ağlama...........”

Nevzat Çelik, cezaevinin yetiştirdiği şairlerimizden. 12 Eylül askeri yönetiminin, ilk idam ettiği Necdet Adalı için yazdığı şiirinde böyle diyor...

Ne demiş atalarımız: "Ağlarsa anam ağlar, gayrisi yalan ağlar."Elbette bu söz babalara kahretmek için söylenmedi; ama bu analık duygusu var ya, bu duygu, işte bu duygu tarif edilemez...

Ne yazık ki, bu ülkede anaların çığlıkları hiç mi hiç dinlenmedi. Duyulmadı bu çığlıklar...

Ne diyordu Cumartesi anneleri? Bana oğlumun, eşimin dirisini ver. Dirisini veremiyorsan ölüsünü ver. Ölüsünü veremiyorsan birkaç kemiğini ver... İstediği tek şey elindeki karanfili bırakacağı bir mezardı. Ama dinlenmedi Cumartesi anneleri. Ya görmezden gelindi, ya suçlandı ya da üzerlerinde şiddet kullanıldı.

Her Cumartesi İstanbul'da Galatasaray Lisesi önünde yaptıkları oturma eylemi, 27 Mayıs 1995 te başladı. Ve de 16 yıldır devam etmekte. 306. oturma eyleminden sonra devletle görüşülebildi. Berfo ana 31 yıldır evinin kapısını açık tuttuğunu söyledi başbakana, oğlu Cemil gelirse girsin diye...

Ne diyordu Cuma anneleri? Davul-zurnayla askere gönderdiğim çocuğum sağ salim evine dönsün. Durdurun bu savaşı. Bitirin bu pis savaşı, analar ağlamasın. Mezar başında ağıt yakmasın, diyorlardı... Ama onların da çığlıkları dinlenmedi. Her Cuma şehit çocuğunun mezarı başında, döktüğü gözyaşlarındaki mesaj alınmadı, alınamadı.

Onların çığlıkları 1984 den bugüne devam etti. 7 bin şehit annesi, 7 bin mezarda her Cuma gözyaşı döktü.

Ve bugün General eşleri... Onlar da anne, General çocuklarının anneleri... Eşleri içeride. Darbe iddiası sanıkları olarak... Suçlan var ya da yok... Ama onları da harekete geçiren ana yüreği. "Vardiya bizde" dediler, Anıtkabir'e yürüdüler, Atatürk'e şikâyet ettiler. Adalet istiyoruz dediler.

Gönül ister ki, Cumartesi anneleri, Cuma anneleri, General eşleri birbirlerini anlasınlar. Çığlıklarının ortak olduğunu görsünler. Bu çığhklar birleşsin, bir sivil güç oluştursun.

Yeni ve çok güçlü bir sivil güç olur ki, tabanı çok geniş olan bu güç, belki de toplumsal barışın itici gücü olur.

Çünkü bu ülkede, toplumsal barış hiçbir zaman tam oluşmadı. Bu ülkede devlet halkıyla barışık olmadı. Halk, kendi devletinden her zaman korkar oldu.

Bu ülkeyi yönetenler, valisinden bakanına kadar, halkının içine bir koruma ordusuyla çıktılar. Recep Yazıcıoğlu gibi devlet korkusunu yıkmaya çalışan bir vali bile çıkmadı.

Bu ülkede resmi giysili güçler sivil giysili olanları, sürekli potansiyel bir tehlike olarak gördü. Ne resmi giysili güçler sivil siyasete, ne sivil siyaset resmi giysili güçlere güven duymadı.

Bu ülkede, emek mücadelesi yapanlar devlet düşmanı gibi görüldü. Üzerlerine biber gazıyla, copla, şiddetle yüründü. Sürekli sindirilmeye, yasal haklarının kullanılması bile engellenmeye çalışıldı.

Bu ülkede namaz kılanlar şeriatçı, içki içenler din düşmanı gibi algılandı. Muhafazakâr kesimle laik kesim karşı karşıya getirilmeye çalışıldı.

Alevi Sünni'ye, Sünni Alevi'ye düşman edildi. Etnik farklılıklara, inanç farklılıklarına hoşgörüyle ve demokratik bir gözle bakılmadı, baktırılmadı.

Bu ülkenin şairleri, yazarları, çizerleri, ressamları bile cezaevinde yetişti. Yazan, çizen, düşünen ve konuşan potansiyel suçlu olarak görüldü.

Dileğimiz, artık bunların yok edilmesidir. Akdeniz'in Güney'i ve Doğu'su yeniden dizayn edilirken toplumsal bir güç birliğine ihtiyaç vardır.

Belki, belki de Cumartesi annelerinin, Cuma annelerinin, General eşlerinin ortak çığlıkları demokratik bir çığlığa dönüşür. Toplumsal barışın oluşmasında bir dinamo olur.

Görünen odur ki, hu ülkenin buna fazlasıyla da ihtiyacı var...