Genç bir kardeşimle söyleşiyoruz.

Konu, benim köşe yazılarım.

İltifat üzerine, iltifat ediyor genç kardeşim.

İltifatlar uzadıkça, anlıyorum ki sözü bir yere getirecek.

Ve getiriyor.

“İyisiniz, hoşsunuz da…” diyor; “Bir başlıyorsunuz çevre ve çevrecilikle ilgili yazılara; günlerce devam ediyorsunuz. Memleketiniz Çorum’u bilmem ama Alanya’da çevre mi kaldı be Abi? Biraz ara verseniz, çevre ile ilgili yazılara…”

Susuyor.

“Bıktırdın artık…” diye bağlayacak sözlerini ama kibarlığı engelliyor bunu…

Yutkunuyor.

* * *

Açıkça itiraf etmem gerekirse; “bıktırdığımın” ben de ayırdındayım...

Ayırdındayım, ayırdında olmasına da; yazmak da zorundayım.

Üzerime yapışıp kalan görevim bu benim.

Çevre olayı; yaşlı Dünyamızın da, üzerinde yaşadığımız coğrafyanın da, Alanya’mızın da en önemli sorunu…

Sadece bugün değil 30 yıl önce de (hatta belki 50-60 yıl önce de) Alanya’nın en önemli sorunu, “çevreydi”...

Dün böyleydi; bugün de böyle; yarın da böyle olacak...

Olacak da ne olacak?

Koca bir “HİÇ”!... Sürgit devam edecek.

Çünkü eğitim düzeyimiz bu.

Çevre mevre kimsenin umurunda değil.

Ama benim ve arkadaşlarımın umurunda.

O nedenle, sıksam da, bunaltsam da, gına getirtsem de çevre ve çevrecilikle ilgili her bir şeyi yazmaya devam edeceğim.

Ne değişecek?

Belki çok şey, belki de hiçbir şey!...

Ama ben bunu yaparak; gerçekten çok sevdiğim bu topraklara karşı, sorumluluğumu yerine getirmiş olmanın, huzurunu yaşayacağım...

Bu yazdıklarımı da (öncekiler) gibi, yine bir kitapta toplayıp; yeni kuşaklara, kitap olarak aktaracağım...

Yeni kuşaklar;

Alanya’yı betonkent haline getiren yerel yöneticileri, tanıyacak bir bir...

Görevini yapmayan veya oturduğu koltuğun hakkını vermeyen, çevre katliamlarına göz yuman mülki amirleri ve yerel yöneticileri öğrenecek...

Parasına puluna güvenip, saçma sapan işler yapan, çevreyi katleden, denizleri, gölleri, nehirleri fosseptik olarak kullanan terbiyesizleri, ahlaksızları bilecek...

Yeni kuşakların çocukları, bu belgeleri okuyup, birbirlerine;

“...Atalarımız bir zamanlar, buradan denize girerlermiş... Denizleri, falanca, falanca, falanca, falanca aileler; falanca, falanca, falanca işletmeler kirletmiş...

Çevreye ve doğaya sahip çıkanlara, senin dedengiller çok kızar, onlara yardımcı olmazlarmış...

Zavallılar, kendilerinin çevreye değil, çevrenin kendilerine ait olduğunu sanırlarmış...

O nedenle Alanya’da hayat bitmiş... Bir zamanlar tüm dünya, Alanya’ya hayranmış...

Senin deden (ya da) senin dedenin dedesigiller Alanya’yı bu hale getirmiş...

Alanya’yı, onlar ‘Betonya’ yapmış....

Senin deden Hasan Sipahioğlu ve ekibi ve de o davaya gönül verenler; Alanya’yı kurtarmak için, gerçekten çok büyük mücadele vermişler... Hatta onların bu uğraşlarının sonucunda, Alanya’nın çehresi kısmen değişmiş... Ama olana, bitene onların da gücü yetmemiş, çünkü bu Alanya Halkı, işlerine gelmediği için o ekibe görev vermemiş…” diyecekler...

Çok mu abarttım?...

Çok mu karamsar oldu?...

Haklısınız... Benim de ruhum karardı ama gelişat da gidişat da bu yönde maalesef...

* * *

Aslında sorun nerede biliyor musunuz?...

Biz kendimizi de, karşımızdakini de tanımıyoruz...

Hep söyler, hep yazarım... Biz eğitimsiz bir toplumuz...

En üst düzey yöneticimizden tutun, en alt düzey çalışanlarımıza dek (sayın sayabildiğiniz kadar) hepimiz bu eğitimsiz toplumun diplomalı ya da diplomasız bireyleriyiz.

Çünkü “eğitime” inanmıyor, eğitime gereken değeri ve önemi vermiyoruz...

Eğitimsiz olduğumuz için eğitmesini de beceremiyoruz...

Bedenlerimiz ve nefislerimiz; asırlar boyu süren eğitimsizliğin genlerimizde bıraktığı tahribat nedeniyle, “verilen eğitimi” almıyor, verileni algılamıyor...

Almak/algılamak bir yana, almamak için adeta direniyor...

Çevremize karşı olan duyarsızlığımız da, sorumsuzluğumuz da buradan kaynaklanıyor...

Saygısızlığımız, bencilliğimiz, açgözlülüğümüz, hainliğimiz, fesatlığımız, pisliğimiz, zevksizliğimiz, yalaklığımız, salaklığımız... Kısacası aklınıza gelen tüm olumsuzluklarımız buradan kaynaklanıyor...

Çocuklarımızı, toplum için veya kendileri için değil, kendimiz için yetiştiriyoruz... Hatta yetiştirmek/eğitmek ne kelime, doğurup/doğurtup ortalığa salıveriyoruz...

İşte o doğurup/doğurtup, eğitmeden ortalığa salıverdiğimiz tosuncuklar da Ülkeyi, işte böyle çekilmez hale getiriyor...

O bakımdan gelin, vicdanımızla baş başa kalıp bir öz eleştiri yapalım...

Önce kendimizin; eğitimsiz, sorumsuz, bencil... olduğunu kabul edelim.

Önce kendi kendimizi eğitelim... Sonra çocuklarımızı, daha sonra da çevremizi...

Sonra mı?

Sonrası kendiliğinden gelecektir....

Yazarın notu. Ben Alanya’yı anlattım, Alanya için yazdım. Sizin aklınızdaki kent neresiyse, ya da siz nereliyseniz; çizin Alanya’nın üstünü, aklınızdaki o kenti yazın. İletim, tüm yerleşim birimleri içindir.