Okuyucudan özür dileyerek Çorum Haber'de 4 Temmuz 2011 günü yayınlanan "Bir Toplumsal Felâket: Çorum Olayları" başlıklı yazımı, bu yazımın birinci bölümü olarak aynen aldım. Ancak 31. yılı 32. yıl olarak değiştirmek koşuluyla.

12 Eylül 1980 darbesine giden yolun son kilometre taşlarıydı Çorum olayları. Çorum büyük bir toplumsal felâket yaşadı bu olaylarda. 57 ölü, 200 den fazla yaralı, 300 civarında yakılan yıkılan ev ve işyeri, yüzlerce ailenin iç göçü, bir o kadar dış göç...

Sonuç daha da korkunç olabilirdi! Maraş olayları toplumda bir erken uyarı yapmıştı tüm bu hassas yerlerde.

Son kilometre taşları Çorum'da döşenince, yeteri kadar kan dökülmüş ve darbe yapmanın şartlan olgunlaşmıştı. Artık devletin yönetimine el konulabilirdi. 12 Eylül generalleri de öyle yaptı. Çünkü onlara göre Cumhuriyet tehlikede, Atatürkçülük tehlikede idi. Oysaki bu ortam "derin güçler" tarafından adım adım hazırlanmıştı.

Ne yazık ki toplum ve siyaset, darbe ortamını hazırlayanları hiç aramadı. Ancak darbeyi yapanları görebildi. Bu güne kadar, bu darbe niçin yapıldı bunu bile sorgulamadı.

İşte "o derin güçler" bugün o ortamı hazırlamaya ihtiyaç duymadığı için, darbe gündemden şimdilik kalkmış durumda.

Peki, neden darbeye, neden olağanüstü bir yönetime ihtiyaç duyulmuştu?

1- 1961 Anayasası ile toplum, örgütlenebilir bir ortama girmişti. Gençlik ve toplum emek eksenli değerlerle tanışmış, kazandığı bu değerlerle sosyal ve siyasal hakları için mücadele etmeye başlamıştı. Yani bir ölçüde "sosyal uyanış ve sosyal muhalefet" yükselmişti.

Soğuk savaş döneminde bu uyanış, ülkeyi "Batı"dan koparan bir ortama gidebilirdi. "Tam Bağımsızlık" ve "Bağımsız Türkiye" gibi sloganlar toplumun ruhunu okşuyordu. "Batı" ve ABD için bu uyanış, özellikle bu sloganlar çok tehlikeli bir çağrıydı.

2- Ülkede uygulanan ekonomik sistem "devletçi" anlayışın egemen olduğu bir sistemdi. Bu sistemi, "Kemalist görüş" olabildiğince savunuyor ve bir ilke olarak kabul ediyordu. Bu sistem Türkiye'nin "Batı"dan kopmasına neden olabilecek, belki de en önemli nedendi.

3- Devletçi ekonomik anlayışın ve uygulamaların tasfiye edilmesi gerekiyordu. "Batı"ya bağlılığı devam ettirecek ve "24 Ocak kararları" olarak ifade edilen "Serbest Piyasa" ekonomisinin, hayata geçirilmesi gerekiyordu. Batı için bu toplum, bir tüketim toplumu olmak zorundaydı...

Ancak toplumsal kültürün içini dolduran "Kemalist anlayış", "Türkiye solu" ve tüm "yurtseverler" bu geçişe kolay kolay evet diyemezdi. Bu siyasetlerin tasfiye edilmesi, en azından zayıflatılması, ezilmesi gerekiyordu. Türkiye'yi "Batı"dan, özellikle de ABD'den koparacak düşüncelerin imha edilmesi gerekiyordu.

İşte bu ve buna benzer nedenlerle Türkiye'de olağanüstü yönetime ihtiyaç duyuldu. Bunun için "12 Eylül Askeri Darbesine" giden yolların kilometre taşlan yavaş yavaş döşenmeye başladı.

Ancak, sağ-sol kavgası ideolojik gruplar dışında "halkı" içine çekemiyordu. Toplumu daha kolay provoke edecek yollar düşünüldü. Bunun için inanç farklılığının olduğu yerler, Alevi ve Sünni halkın yan yana yaşadığı iller, ilçeler ve tüm yerleşim birimleri "derin güçler" için tam istenilen ortam olarak görüldü.

Zaten Türkiye'de sağ-sol ayrımı, hemen Alevi-Sünni ayrımına dönüşebiliyordu. Maraş olayları buna dayanarak yapıldı. Malatya, Sivas olayları buna dayanarak yapıldı.

Çorum'da olayları başlatmak için, 27 Mayıs 1980 günü Bakan Gün Sazak'ın öldürülmesi, istenen fırsatı yaratmıştı. 28 Mayıs'ta ortam provoke edilmiş, Çorum'da Alevi-Sünni kavgasının fitili ateşlenmişti.

Bir ay boyunca süren olayların final günü 4 Temmuz 1980 Cuma günü oldu. İslâmi toplumların en hassas ve en kutsadığı gündü Cuma.

Görünmeyen eller, "Alaattin camisine bomba atıldı, yakılıyor" diye toplumu büyük ölçüde kışkırttı. Çorum en kanlı, en acı, hiçbir zaman unutamayacağı günü, o gün yaşadı.

Söylemeye dilimiz varmıyor ama bu halkı provoke eden "o görünmeyen el", ya gerçekten bomba atsaydı, ya gerçekten yaksaydı, Çorum'un hali nice olurdu?

Peki, bu olayların sonunda kim kazandı? Kim kaybetti?

Alevi kesim kazanmadı, üstelik en büyük zararı gördü. Sünni kesim kazanmadı, Çorum kazanmadı. Kazanan da zaten Çorum olmayacaktı. Kazanan Türkiye'de olmadı.

Ama kazanan, yönetime el konulmasını, anayasal düzenin askıya alınmasını, askerin gölgesinde yeni ekonomik kararların uygulanmasını; özellikle sosyal uyanışın, toplumsal muhalefetin bastırılmasını isteyenler oldu.

Emek eksenli değerlerle bir arada tutulan halkın, bu değerlerin tasfiye edilmesiyle inanç ve etnik kimliklerini uyandıran, bölünme tehlikesiyle bugün ülke bütünlüğünün tartışılmasını isteyenler kazandı.

Sonuçta olan Çorum'a, Çorum halkına, Alevi'ye, Sünni'ye oldu.

Aradan 32 yıl geçti. O gün doğanlar bugün 32 yaşında. 32 yıl boyunca devlet, Çorum halkının yaralarını sarmadı, saramadı. Çorumlunun çektiği acı Çorumluya kaldı.

Artık devlet Çorum halkıyla, Maraş halkıyla, Sivas halkıyla, "toplumsal felâket" yaşamış tüm Türkiye halkıyla bir yüzleşmeli. Yıllarca yüreğinde kalan bu acı nedeniyle Çorum halkından bir özür dilemeli.

Çorum halkı da, yaşadığı bu "toplumsal felâketi" birlikte bir bütün olarak lânetlemeli. 32.yılında bu "toplumsal felâketi" Alevi kesim lanetlerken, Sünni kesim de aynı duyarlılığı göstermeli.

Ve bu iki inanç grubu, toplumsal bir barışın yol taşlarını birlikte döşemeli.