Nankörlük ve ihanet ve hatta hainlik ve de bencillik genlerimizde var.

Derece, derece…

Zır cahillerimizde tümden; hasbelkader diplomalılarımızda yarı yarıya; eğitimli diplomalılarımızda da bu tür duygularını frenleyip, kontrol edebildiği, gizleyebildiği kadar…

Öyle ya da böyle, az ya da çok ama hepimiz taşıyoruz bu tür kötü huyları…

Genlerimize yapışıp kalmış bu tür lanet duyguları söküp atamıyor; tümden yok edip, sıfırlayamıyoruz…

Yeri ve zamanı geldiğinde kullanmak üzere; bir yerlerimizde saklıyor, gizliyoruz…

Sözü şuraya getirmek istiyorum.

Üzerinde yaşadığımız toprakların ve sahip olduğumuz doğanın, dahası üzerinde yaşadığımız Dünya’nın değerini bilmiyoruz.

Bilerek ya da bilmeyerek doğanın dengeleriyle oynamaya, bu dengeleri bozmaya devam ediyoruz.

Kayıp gidiyor doğa elimizden.

Doğa elimizden kayıp giderken; biz de doğayla birlikte kayıp gidiyoruz.

Bugünlerimizi, geleceğimizi kaydırıyoruz.

Sözün özü yaşadığımız tüm sıkıntılara, tüm acılara, tüm rahatsızlıklara bizzat biz kendimiz davetiye çıkarıyoruz.

Corona virüse çıkardığımız gibi…

Yani?

Yani Corona virüs, kendi kendine oluşup, yayılmadı; biz davetiye çıkardık ona, biz davet ettik o illeti…

* * *

Bu illet, çok şey anlattı aslında bize.

Unuttuğumuz ya da çıkarımız gereği unutmuş gibi yaptığımız pek çok şeyi anımsattı bize…

Tabii anlamak isteyene…

* * *

Ruhi Yılmaz yazmış.

Çok da güzel yazmış.

O da corona virüs olayından çıkarmamız gereken çıkarımlara değinmiş.

Okumamış olanlar için köşeme taşıdım, bu güzel yazıyı.

(Yalnız sayfadan sayfaya aktarılırken, bütünlüğü kaybolan yazı üzerinde, biraz kalem oynatmak zorunda kaldım.)

Buyurun okuyun…

* * *

Memleketim Pamukkale’de, travertenler (tekrar) beyazlaşmaya başladı… İstanbul’da da yunuslar yüzüyor artık...

Çünkü travertenler de, yunuslar da; corona virüs sayesinde, insanoğlunun verdiği tahribat ve rahatsızlıktan kurtuldular.

Bizler de, televizyonları parselleyen, olur olmaz her tür programların gediklileri olan, şarlatan doktorlardan, yorumculardan ve ekran konuklarından kurtulduk...

Aktarlar, üfürükçüler, hacamatçılar, marankiler, haramkiler, güzel avratçılar, sarı kantaroncular, kelle paçacılar ve sülükçülerin tamamı; meydanları, gerçek sahiplerine bırakmak zorunda kaldı...

Takke düştü kel göründü nihayet...

Vuhan pazarında, Çinli bir garibanın içtiği yarasa çorbası hepimize ama en çok da doğaya yaradı...

Meğer doğanın, insanoğluna hiç gereksinimi yokmuş... İnsanoğlu olmazsa; doğa hiç bozulmaz hatta çok daha rahat olurmuş.

Doğa, üzerinde yaşamasına izin verdiği canlılar içinde; bir tek insanı, virüs olarak kabul ediyor; kendisini koruyabilmek için de insanoğluyla mücadele ediyormuş aslında...

Ne karıncalar,

Ne göçmen kuşları,

Ne foklar,

Ne ayılar,

Ne şu ne de bu...

Aksine nesli tükenmekte olan hayvanların sayısı bile artmaya başlamış son günlerde...

İnsan dışındaki tüm canlılar, planlandıkları gibi yaşamaya devam ediyor...

Doğanın derdi, insanoğluylaymış.

… …

Korona olmasaydı; Salda Gölü, çoktan millet bahçesi(!) olmuştu...

Doğanın anasını belleyenlerin, belleri de kürekleri de ellerinde kaldı...

Savunmaları için milyarlarca dolar harcayabilen koca koca devletler, bir maske yüzünden pert oldular...

Bu virüs, bazılarımızın soluğunu keserken; dünyanın da soluk almasını sağladı...

Karbon salımı azaldığı için İstanbul’dan, Uludağ'ı görmek de nasip oldu insanlara...

Doğa, iletisini çok net verdi; dedi ki doğa;

“Ey insanoğlu!

Daha fazla dokunma bana, benim dengemi bozma, kendini bir halt zannedip de bana meydan okuma...”

Bak işte, gösterdim ve yaşattım sana; (istersem) sevdiklerine sarılmaktan bile mahrum edebilirim seni!

(Nitekim ettim de; sadece çocukların günahı olmadığı için onlara ayrıcalık tanıdım...)

Har vurup harman savurdun sen...

Yağmalayıp durdun kaynaklarımı...

Doymadın, doymuyorsunuz, doymak bilmiyorsunuz…

Şu zor günlerinizde bile utanmadan sıkılmadan birbirinize kazık atıyorsunuz...

Karaborsacılık, stokçuluk, tefecilik yapıyorsunuz...

!!??...

Sizi uyarıyorum; eğer kendinize gelmezseniz, ikinci bir dalga olarak, tekrar geleceğim… Ayağınızı ona göre denk alın…

Hiç ayırdına vardınız mı; ne çok ayakkabınız varmış?

Ve de ne çok giysiniz…

Ve de takılarınız…

Saplantılarınız, ne kadar da gereksizmiş değil mi?... Ne kadar boş şeylerle uğraşıyormuşsunuz?...

Takmış takıştırmış; sürmüş sürüştürmüştünüz…

Boşunaymış hepsi değil mi, değmezmiş?

Gördün işte, yaşattım sana; an oldu tek başına kaldın; tüm sevdiklerinden ayrı koydum seni…

Nasılmış tek başına kalmak, nasıl bir duyguymuş ha?

Ders al, ders çıkar bunlardan…”

* * *

Corona virüs ve doğa el ele bu iletileri verip, bunları dillendirdiler…

Ben bunu anladım.

Hem de çok iyi anladım…