Kaz Dağları'ndaki ağaç kıyımına karşı gösterilen tepkiler devam ederken, geçtiğimiz hafta dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say da alana gelerek mini bir konser verdi. Daha sonra kısa bir konuşma yapan Say “Bugün Türk halkıyla onur duydum” ifadesini kullandı. Devamında da konserden sonra kamp alanında bulunan çevrecilere seslenen Say, "Bu gezegende insanlar olarak gelecek için bir şeyler bırakmak istiyorsak korumak zorundayız. Yaşatmaktan, yaşamaktan yana olmalıyız. Müzik de zaten bunu anlatıyor diye düşünüyorum." dedi. Fazıl Say’ın konseri yerli ve yabancı basın ajansları yönünden büyük ilgi gördü.

Kaz Dağları’ndaki talana bu kadar büyük bir karşı çıkış hepimiz için gelecek için, çevreye duyarlılık için bir umut, Fazıl Say’ın da belirttiği gibi “Halkımızla gurur duymak lazım”. Sorun çevre olunca akan sular durmalıydı, öyle de oldu. Aslında Kazdağları, buzdağının gözüken yüzüdür. Ülkede çevre konusunda bir sembol olmuştur. Ülkenin hemen hemen her yanı bu talanla karşı karşıyadır. Fazıl Say’ın verdiği mesaj Kazdağları özelinde ülkenin dört bir yanınadır.

Dünyaca ünlü bir piyanist, Kazdağları’nın tepesinde, bir ton ağırlığında bir piyano ile ne yapmak istiyor. İşte sanatçı duyarlılığı, sanatçı sorumluluğu budur. Sanatçı daima halktan kısrak başı, bir adım önde olması gerekir. Halka yön verip uyarması gerekir. Tarihin gerçek sanat ve sanatçıya yüklediği bir sorumluluktur bu. Halkın gerisinde kalan sanat ta, sanatçı da gerçek işlevini yapamaz.

Sanatçı doğası gereği muhaliftir. Sanatçı “Sade suya tirit” çekemez. Çekerse o sanatçı değil yağdanlık olur. Sanatçı daima halktan yana olması gerektiği için iktidar balonlarını şişiren değil iğneleyen konumdadır. Bu nedenledir ki sanatçı piyanosunu alıp dağlara çıkıyor. Arkasından onbinlerce insan da birlikte dağlara çıkıyor. Dağlara çıkıp İzmir’in Dağları marşını birlikte söylüyor. “Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa/ Adın yazılacak mücevher taşa” sesi o gün onbinlerin ağzında dağlarda kayalarda yankılanıyor. Bulutlar gökyüzüne, evrene yayıyor o sesi. Hüzünlü ama geleceğe güvenle bakan, bir umut, bir kükreyiş, bir dik duruştur bu. Haklı olmanın verdiği özgüvenle.

BBC Kaz Dağları’nı; “Gelmiş geçmiş en büyük orman katliamı” diye dünyaya duyurdu. Hal böyle olunca, yatağında rahat uyuyabilen yurttaş ve sanatçının da kendisini bir sorgulaması gerekiyor. Kanada’lı bir şirket altın çıkarmak uğruna dağlarımızı katlediyor. Toprağımızı ve sularımızı siyanürle zehirliyor. Üstelik bu ülke ağaca o kadar çok önem veriyor ki, bayrağı ile sembolleştirmiş. Bizim ülkemizde ise ağaçları katlediyor. Biraz da asıl ona bu fırsatı verenleri sorgulamak gerekmez mi? Kendileri için son derece uygar olan bu ülkeler, biz söz konusu olunca kolayca barbar olabiliyorlar. Yanına içimizden de ortaklar alarak.

Fazıl Say’ı Kazdağları’nın tepesinden sadece, dünya dinlemedi. Daldan dala konan kuşlar, kelebekler, ürkek tavşanlar, uğur böcekleri, karıncalar ve uzaklara saklanan binlerce canlı varlık, Kazdağları’nın kadim sahipleri de dinledi. Kuşku yok ki dost bir ses olduğunu hissettiler. İnanıyorum, beşyüz yıl sonra da olsa bir gün Fazıl Say’ın heykeli dikilir o çam ağacının dibine. Doğa severliğinle ve yurtseverliğinle ölümsüzleştin, Sayın Say.

Karıncasından, üveyik kuşlarına, kekliğine, ceylanına, tilkisine, tavşanına kadar kısacası konuşamayan cümle mahlukatın sesi oldun. Dalda filiz veren çam ağacının, titreyen meşe yaprağının, tomurcuk veren kır çiçeklerinin, sesi ve sözcüsü oldun. “Yaşamak ve yaşatmaktan yana olalım” dedin. Biz de diyoruz, sen de çok yaşa Fazıl Say. Sen de çok yaşa.