Çıraklarımdan birinin kardeşi ile karşılaştım. İlk anda birbirimizi tanımadık. Biraz konuşunca, “Ben sizin çırağınız Hüseyin’in kardeşi Hasan’ım” dedi.
Çocukluğunu hatırladığım Hasan yaşlanmış, yürümekte zorlanan bir ihtiyar olmuştu. Kardeşi Hüseyin’in ciğerlerinden rahatsız olduğunu anlattı. Ayrılırken, “Hüseyin’e selam söyle. Şifa diliyorum, ayrıca hakkını helal etmesini istiyorum. Unutma söyle!” dedim.
Yazdıklarımdan alışılmışın dışında farklı bir durum olduğunun anlaşıldığını sanıyorum. Bu durumun daha iyi anlaşılması için geçmiş yıllara dönmem gerekiyor.
*
1953 yılında Çorum Lisesinden mezun olduktan sonra okumaya devam etmedim. Lisenin son sınıflarına doğru sorulan “Hangi mesleği seçeceksin?” sorusuna, “Marangoz olacağım” diyordum, dalga geçtiğim sanılıyor, gülüşmeler oluyordu.
Bir iki sene bocalama devresi geçirdim. Şartlar da uygun gelişti ve ben babamızın marangoz dükkânını çalıştırmaya başladım.
Önceleri başarılı olup olamayacağım konusunda, ben hariç herkesin şüphesi vardı. Çünkü ben çıraklık ve kalfalık devresi yaşamadım.
Kısa zamanda kendimi kabul ettirdim. Yaptığım işler beğenildi. Okulunu bitiren kardeşim İsmet’in de katılımı ile işimiz gelişti. Çalışmalarımıza imrenen babalardan çocuklarını bize çırak verenler oldu.
Biz bu çocuklara çıraklıktan yetişen ustalar gibi ustalık yapamadığımızı sonradan anladım. Çünkü kendimizin çıraklık devresi yoktu.
Biz kendimiz çalışıyor, çocuklar da yardımcı oluyordu. Küçükten başlayan işler verilip pratik kazanmaları sağlanmadığından, el becerilerinin gelişmesi yeterli olmuyordu, ama o zaman hay huy içinde geçen çalışmalarda bu eksikliğimizin bilinci içinde değildik. Mesleği terk edip, tuğlacılığa başladıktan ve fabrika sahibi olduktan çok sonra ayrıntıyı fark ettik ve üzüldük, ama iş işten geçmişti. Yapacak bir şey de yoktu.
*
Yazdıklarımdan ananenin (gelenek) önemi ortaya çıkıyor.
Terziye çocuk çırak verildiğinde usta hemen çocuğun parmağının gerekli olanını bağlar, eline iğne ipliği verir, dikiş dikmenin başlangıcını öğretmiş olurdu.
Marangoza verilen çocuğa usta küçük bir rende verir, dört köşe kavale yapması için düzenek kurar, çocuk pratiğini öğrenirdi.
Daha sonra aşama aşama ilerleyerek çıraklıktan kalfalığa doğru gidilirdi.
Bu devreyi yaşamış ustalar haliyle çırak ve kalfalara aynı devreleri yaşatıp onları yetiştiriyorlardı.
Biz öyle devreleri yaşamadan kendimizi ustalığın içinde bulduğumuzdan; başkalarının da kendi kendine ustalaşacağını düşündük diyeceğim ama galiba bu konuya hiç kafa yormadık.
O gün çocuk olup bugün ihtiyarlığa adım atmış, belki de bir kısmı rahmetli olmuş insanların bizde, daha çok da bende hakkı kaldı.
İsmet kereste biçkisi, ben doğrama kısmı ile uğraştığım için benim bölümüm el becerisini daha fazla istediğinden kendimi daha borçlu hissediyorum.
Çıraklarımdan helallik istemekten, özür dilemekten başka çare de kalmamış oluyor.
Yazımı sonlandırırken hayatımın en zor yazılarından birini yazdığımı vurgulamak isterim. Telafisi imkânsız bir durumu irdelemiş olduk.
En güzel günler sizlerin olsun.