Kasım 2019... Yani Başkanlık seçimi ve milletvekili seçimi... Önce kısa bir tanımlama:

Cumhurbaşkanı kimdir? Cumhurun başkanıdır. Cumhur kimdir? Halktır.

Parlamenter sistemde cumhurbaşkanını, halkın seçtiği temsilciler yani milletvekilleri seçmekte, başkanlık sisteminde doğrudan halk seçmektedir. Eğer objektif bir seçim olursa!

Parlamenter sistemde cumhurbaşkanı meclise karşı bir sorumluluk duymakta, başkanlık sisteminde halka karşı duyacaktır. Eğer duyarsa!

Parlamenter sistemde hükümet meclis içinden oluşuyordu. Başkanlık sisteminde başkanın isteğine bağlıdır ve büyük ölçüde meclis dışından oluşacaktır.

***

İşte bu nedenle diyoruz ki:

-2019 yılında, başkanlık seçiminde yalnız cumhurbaşkanı seçilmeyecektir; yetkilerle donatılmış ve hükümeti oluşturacak bir irade seçilecektir.

-Siyasal kimlik verilmiş ve Türkiye'nin bundan sonraki siyasetini tayin edebilecek bir cumhurbaşkanı seçilecektir.

-Yani 94 yıldır olduğu gibi alışılmış bir cumhurbaşkanı seçilmeyecektir artık.

-Bu nedenle 2019 seçimine hazırlanırken parlamenter sistemdeymişiz gibi bakılmamalıdır beyler.

***

Aslında parlamenter sistemde de 1982 anayasasında cumhurbaşkanına verilen yetkiler, başkanlık sistemini aratmayan yetkilerdi. Yani başkanlık sisteminin yol taşları, ta o zaman döşenmeye başlamıştı. Ama bu yetkileri Erdoğan gelene kadar kimse kullanmadı.

Peki, kullanamazlar mıydı? Elbette kullanabilirlerdi.

-Ahmet Necdet Sezer kullanmadı, Çankaya'da iktidara hukuk danışmanlığı yaptı.

-Abdullah Gül kullanmadı, Çankaya'da iktidara noterlik yaptı.

-Eğer kötü bir gidiş var ise halkın karşısına çıkıp konuşmalıydılar ama bir kelime bile konuşmadılar.

-Anayasanın verdiği yetkileri kullanmadılar ya da kullanamadılar. Kendilerinde o iradeyi görmediler ya da göremediler. Bunu tarafsızlık gibi değerlendirdiler.

-Sonuçta devlet yönetimi kötü gitmiş ise onlar da bu kötü gidişten sorumludur. Onlar da bu kötü gidişin hesabını vermelidir.

-Çünkü cumhurbaşkanlığı inziva yeri değildir, kamp yeri değildir, dinlenme yeri değildir beyler.

İşte bu nedenlerle referandum sonucundaki % 49'un, amacına uygun kullanılabilmesi çok ve de çok daha önemlidir. Herhalde bu konuda en büyük görev CHP'dedir diyebiliriz.

***

Ama ne yazık ki, % 49'un motor gücü olan ve 2019 başkanlık seçiminde güçlü bir irade koyabilecek CHP'de, siyasal bir zafiyet yaratılır olmaktadır.

-CHP'deki son tartışmaların arkasında; CHP'yi kurucu değerlerinden uzaklaştırma projesi ve bir operasyonla batı eksenli bir lider yaratmak mı vardır? Bilemiyoruz.

-Bülent Ecevit'in güç bela halka yaklaştırdığı partiyi, halktan uzaklaştırmakla ve yıllarca hizipçilik yapmakla tanınmış bir kimlik olan Deniz Baykal'ın, gerekli gereksiz çıkışları bu operasyonun bir parçası mıdır? Bilemiyoruz.

-Ama partinin sol kanadında gibi görünen ve saygın bir kişiliği olan Fikri Sağlar'ın, zaman ve mekân kavramına uymayan ve parti disiplinine aykırı olarak yaptığı çıkışların...

-Özellikle de Liberal Batı sisteminin sözcüsü gibi görünen Selin Sayek Böke'nin, partisine rağmen ve neye hizmet edeceği hiç hesap edilmeden "CHP, sine-i millete dönmeli" gibi uçuk çıkışların bir zafiyet yaratacağı kuşkusuzdur.

***

Elbette tüm bu olgularda, halkla yeteri kadar buluşamamış ve bütünleşememiş CHP'nin kendi siyasal dokusundan da gelen olumsuzluklar vardır.

Ama bu ayrı bir yazı konusudur.

Oysaki bugün iktidar cephesinin, % 49'luk "Hayır" cephesinde bir yarılma yaratmak isteyeceği kuşkusuzdur.

İşte bugün CHP, % 49'un yarattığı moral güçle ve % 49'un oluşturduğu siyasal havuzda bunları aşmak, 2019 seçimine toplumun da onaylayabileceği bir kimlikle hazırlanmak zorundadır.

Herhalde öncelik, kendi içinde bir bulanıklık yaratmaktan uzak durmak olmalıdır.