Önce bir Türkiye görüntüsü:

-İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “Soğuk Savaş”ın ilan edilmesiyle, Batı Bloku içinde yer alınarak siyasetin sola kapatıldığı bir Türkiye…

 -Yani sosyal eşitliği savunan düşüncelere kapatılan ve de bu tip düşüncelerin, “Soğuk Savaş” süresince suç olarak görüldüğü bir Türkiye…

-12 Eylül darbesi ve 24 Ocak kararları ile ekonomik politikaların, küresel güçlere teslim edildiği bir Türkiye…

-Muhafazakâr değerlerin topluma büyük ölçüde giydirilmiş olduğu bir Türkiye…

-Özellikle etnik ve inanç eksenli kimliklerin, “Ben bu ülkede varım ve de bu kimliğimle varım” dediği bir Türkiye…

-Kurucu değerleri temsil eden bir siyasete bile bu değerlere bağlılığı tartışılır kimlikleri, Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterten bir iradenin var olduğu Türkiye…

İşte bunun için sormak gerekti;

“Ekmeleddin İhsanoğlu’nu kim aday yaptırdı?” diye…

“Abdullah Gül ismini kim dolaşıma sunuyor?” diye…

Çünkü bu ülkede kurucu iradenin değerleri ve felsefesi maalesef eritildi, irade Batı’ya teslim edildi.

Ancak bu teslimiyet yalnız 1950’de başlamadı. Girişte de belirttiğimiz gibi 1945’ten sonra Batı Bloku içinde yer alınması ile başlamıştı.

68 kuşağı, işte buna itiraz etmiş ve yeniden kurucu değerleri ve milli duyguları ayağa kaldırmak istemişti. Ama bedelini hayatlarıyla ödemişlerdi.

Diyebiliriz ki bugün asıl sorun, bu milli reflekslerin uyandırılabilmesidir.

***

Başkanlık sistemine geçilmesiyle bugün Türkiye, iki siyasi kampa ayrılmıştır. İslami refleksi temsil eden iktidar cephesi ve cumhuriyetçi refleksi temsil eden muhalefet cephesi…

Herhalde uzun bir süre siyasal ve toplumsal kavga bu iki kamp arasında olacak gibidir.

İşte bunun için; muhalefet cephesinin ana gövdesini oluşturan CHP, kurucu değerlerin oluşturduğu milli damarı uyandırmak zorundadır.

Herhalde bu nedenle; Kılıçdaroğlu’nun hazırladığı “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” ve CHP’nin 37’inci Kurultayı’na sunulan “5 sorun, 13 çözüm” manifestonun amacı, muhalefet cephesinin siyasal ve toplumsal örgüsü olacak gibidir.

Ancak:

Yapılacak-edilecek gibi, yani cek-cak gibi tribüne seslenen ve de şikâyet ağırlıklı ifadelerle siyaset yapmak yeterli değildir.

Gereklidir ama yeterli değildir. Daha somut ifadelerle daha inandırıcı olunmalıdır. 

Örneğin; bu ülkenin 97 yıllık yaşamının temel sorunu ve de ülkenin geleceğinin asıl belirleyicisi konumunda olan “Kürt Sorunu” için, daha somut daha kararlı olunmalıdır.

Elbette laiklik gibi, demokrasi gibi değerlerin de bu toplumun toplumsal mayasına uygun olarak nasıl çözüleceği, somut ifadelerle açıklanabilmelidir.

Özellikle de bugün Batı’nın tüketim pazarına dönüşmüş ekonominin nasıl bir proje ile kurtarılacağı da somut olarak ifade edilebilmelidir.

***

Gelelim Muharrem İnce olayına…

İçten içe itirazlarla beslenerek büyüyen ya da büyütülen, ne olduğu da pek anlaşılır olmayan bir muhalefet anlayışı, 37’nci Kurultay’dan sonra daha da gün yüzüne çıkar oldu.

Öyle ki;

-13 Ağustos 2020 Perşembe günü yaptığı basın toplantısında, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde yalnız bırakıldığını söyleyen…

-Yerel seçimler için, “İstanbul’u, Ankara’yı, Adana’yı, Hatay’ı, Antalya’yı bize Kürt vatandaşlarımız, HDP’liler kazandırdı” diyen…

-“Ayrılırsam bile partiyi kurtarmak için ayrılırım” diyen…

-“AKP çökecek ama Türkiye’nin üzerine çökecek. AKP çökerken CHP kurtarıcı değil seyirci rolü üstleniyor” diyen…

Ve de “CHP’nin iktidara yürüdüğü hayaldir” diyen İnce’nin, “Bin Günde Memleket Hareketi” adıyla 4 Eylül’de Sivas’ta başlatacağı hareketin ilk adımı, 13 Ağustos’ta atılır oldu.

***

İnce’nin başlattığı bu hareket bir kopuş mudur? Şimdilik çok net değildir.

Ama eğer bir partileşme sürecine girilirse elbette sormak gerekir;

-CHP’nin hangi siyasal rotasına itiraz edilmektedir?

-Siyasette, CHP’nin hangi ezberleri bozulmak istenmektedir?

-Daha da önemlisi, CHP’de bir kimlik sorunu mu yaşanmaktadır?

-Ve de Türkiye’de hangi siyasal boşluk doldurulacaktır?  

Ya da:

 -2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için, Millet İttifakı’nın adayı olarak gündemde mi kalmaktır?

-Özellikle de kendini partiden ihraç ettirerek, siyasal bir mağduriyet mi yaratmaktır?

Elbette bu soruların cevabı çok açık ve net değildir.

Ama sonuçta bu çıkış, yani “Bizim başlattığımız hareket, muhalefet hareketi değildir. Amacımız bir çıkış yolu göstermektir” diyerek yapılan bu çıkış, pek de muhalefetin yararına olacak gibi değildir…