(Dünkü yazımızda; dilimiz, Anglomanlıca sözcüklerin bombardımanı altında… Ses bayrağımız Türkçemizi, yerlerde süründürüyoruz.” dedik.)

Kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Türkçeye sahip çıkan; Türkçeyi, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak için bilimsel araştırmalar yaptıran; bunun için kurumlar kurduran, bunca işinin gücünün arasında bir dilbilimci gibi çalışan, sözcük üretip, sözcük türeten, Türkçenin gelişimini sürekli izleyen ve izleten Ulu Önder Atatürk gibi devlet adamlarımız da yok gayrı.

Ya neyimiz var?

Dilimizin gelişmesine hiçbir katkıları olmadıkları gibi; Atatürk’ün, “Hem tarihsel köklerimizle olan bağlarımızı sürdürmek ve hem de Arap ve Fars dillerinin istilasına uğrayan dilimizi, gerçek kimliğine kavuşturmak için kurduğu kurumları kapatan” devlet adamlarımız(!) var.

yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak için, yabancı sözcüklere karşılık türetilen Türkçe sözcüklere, “vıttırı vızıkça” diyen, Arap ya da Angloman bağımlısı “Türkçe düşmanlarımız” var.

Türkçe sözcükler yerine Arapça, Farsça ve Anglomanlıca sözcükler kullanmayı yeğleyip, kendisinin milliyetçi olduğunu savlayan (daha doğrusu zanneden) garip insanlarımız var.

Türkçe sözcük kullananları “solcu, bölücü”; Türkçe yerine; Arapça/Farsça sözcükler kullananları, “Türkçü, milliyetçi, yurtsever” sayan ya da sanan şapşal bir anlayışımız var.

Bu konularda, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan, ne olduğunu, ne istediğini, neyi savunması, neye karşı çıkması gerektiğini bilmeyen zavallı bir derintimiz (güruh) var.

Kendi topraklarımızda, kendi yurdumuzda, kendi dilimize ihanet ediyoruz.

Milliyetçilik, Türklük dendiği zaman mangalda kül bırakmayan sözde milliyetçiler; “X’lere, ‘Q’lara, ‘W’lere sempatisi olan liboşlar; küreselciler; dinciler, ümmetçiler ve de numaralı cumhuriyetçiler... hep birlikte, el ele Ses Bayrağımız Türkçeyi, boğmaya, yok etmeye çalışıyor.

Bu densiz, vefasız ve zır cahilce anlayış yüzünden dilimize virüs gibi giren yabancı sözcükler; tüm kurumlarımıza, kuruluşlarımıza, öğretim kurumlarımıza, işyerimize, hatta aile içi yaşamımıza, giderek egemen oluyor.

Turizm kentlerinde (ve de Alanya’da) “turistlerin aklında daha iyi kalıyor...” safsatasıyla, bütün işletmelerin adı Anglomanlıca oldu.

Daha önce de yazmıştım; turizmin tek amacı, ne pahasına ve neye mal olursa olsun, sadece ve sadece maddi kazanç sağlamak mıdır?

Turizmcilik(!) yapıyoruz diye, kendi dilimizi, bu uğurda paspas mı yapacağız?

Böyle bir mantık olabilir mi?

Ülkemize gelen yabancı konuklarımıza; doğal güzelliklerimizi, tarihsel ve kültürel zenginliklerimizi kendi dilimizle yansıtmalıyız ki; görüp yaşadıklarının yanında, konuklarımızın belleklerinde, hiç değilse üç beş de Türkçe sözcük kalsın...

Türk’ü, Türkiye’yi tanıdığı gibi, Türkçeyi de tanısın... Kaldığı otelin, yemek yediği lokantanın, alışveriş yaptığı iş yerinin adının, ne anlama geldiğini sorsun soruştursun.

Üç beş sözcük de olsa, Türkçe öğrensin... Öğrendiği o üç beş Türkçe sözcüğü, ülkesine taşısın...

* * *

Bu köşeden, gelmiş geçmiş tüm kaymakamlara, tüm belediye başkanlarına, tüm meclis üyelerine yıllardır çağrı yaptım, yapmaya da devam eder dururum.

Tek bir üst düzey yönetici, bu durumdan görev çıkarmadı / çıkarmıyor kendine.

Ama birebir konuşsanız, onlar da şikâyetçi... Gelen turistler için, “tek bir Türkçe sözcük öğrenmeden gidiyorlar...” diyorlar.

Tabi öğrenmezler...

Niye öğrensinler ki?

Sağa baksa anasının dilinde, sola baksa babasının, önüne baksa kendi dilinde tabela. Türkçemiz de ayaklarının altında paspas.

Alanya’nın (dil konusunda) Angloman ülkelerinden ne farkı var ki?

Bu işler öyle oturduğunuz koltuklardan; “tek bir Türkçe kelime öğrenmeden gidiyorlar...” demekle olmuyor, ne yazık ki…

Şunu anlamakta zorlanıyorum.

Nasıl bir ezikliktir bu, niyedir, niçindir?

Sıradan bir dil değildir bizim dilimiz; onu sıradan yapan biziz.

Kompleksli olan biziz.

Dünyanın beşinci büyük dilidir Türkçe.

Dilimizi sahiplenmeyen, dilimize saygı duymayan, dilimize ihanet eden biziz..

Bakın önümüzde ne güzel bir Kırşehir örneği var

O Kırşehir toprakları ki; Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük etkisi olan, Büyük Türk Düşünürü Aşık Paşa (1273 - 1333) gibi, ulusuna ve diline sevdalı, özü sözü Türk bir düşünür çıkarmış.

Kırşehir Valiliği, Kırşehir Belediyesi, Kırşehir sivil toplum kuruluşları tam yirmi yıldır, bu konular üzerinde titizlikle çalışıyor.

Kırşehir Belediyesi, Türkçe olmayan adlarla açılan işletmelere, ruhsat vermiyor.

Sayın Kaymakam, Sayın Belediye Başkanı ve Sayın Meclis Üyeleri, bu durumu tekrar bir değerlendirsin lütfen.

Bu gidişat, iyi bir gidişat değil.

Dilini kaybeden toplum, her şeyini kaybetmeye mahkûmdur…