Yeğenimin eşi Amerikalı.

Alanya’mıza ilk kez gelen Amerikalı damadımıza, Alanya’yı gezdiriyorum…

Gezdiriyorum da; bizim Damat, ne denizimize bakıyor, ne mavimize… Ne kalemize bakıyor, ne kulemize…

Yüzünde anlamsız, şaşkın bir ifade; gözleri sürekli otellerin ve işyerlerinin tabelaları üzerinde… Tek tek onları okuyor, kendi kendine bir şeyler mırıldanıyor.

Tabelaları okudukça da şaşkınlığı büyüyor.

… …

“Şu güzellikler dururken, nerelere bakıyorsun Damat? Bakacak, görecek başka bir yer mi kalmadı? Gözün sürekli tabelaların üzerinde… Bir yer, bir marka mı arıyorsun? Ne mırıldanıyorsun kendi kendine?” diyeceğim; İngilizcem yeterli değil. Sormaya başlasam, arkasını getiremeyeceğim.

Derken, damat çözüldü.

Bozuk aksanıyla “Alanya Türk şehri değil mi, Amca?” dedi.

“Nasıl yani?” dedim, şaşkınlıkla.

“Tabelalarınızın tümü İngilizce ve Almanca… Ya da nasıl derler; tabelaların hiçbiri Türkçe değil… Bu işyeri sahipleri Türk değil mi?...” Bu otelleri, bu marketleri, Türkler çalıştırmıyor mu?...” dedi.

??!!...

Dondum kaldım…

Hadi gel de yanıtla.

Duymazdan geldim.

Duymazdan geldim, gelmesine de sorduğu soru da içime oturdu.

Akşam yemekte, yeğenime ve ağabeyime anlattım olayı.

Çocukluk yıllarında çok sık Alanya’ya gelen yeğenim;

“Shanoon haklı Amca. Ne oldu bu ülkeye? Ne oldu bu Alanya’ya? Nereye gitti benim çocukluğumun Alanya’sı?… Her bir yerin tabelası İngilizce, Almanca olmuş.

Sizin evinizin altındaki mağazanın adı Mega Bazaar… Bitişikteki dönerci komşunuzun adı Vegas Fast Food…. Onun karşındaki, çocukluğumun Güneş Oteli’nin adı Soul Of Coffee – Anjeliq House olmuş. Onun yanındaki kafenin adı Mixx Lpunge Cafe Bistro; onun da yanındaki diğer kafenin adı Maren Beach Karaoke Clup…. Onun çaprazındaki Otelin adı Otel Boulevard; onun berisindeki işyerinin adı Olympos Tattoo.; onun yanındaki işyerinin adı Beach Wear; onun yanındaki işyerinin adı…”

O böyle makineli tüfek gibi sayarken, daral geldi bana… …

“Tamam yeğenim, tamam; haklısınız…” dedim. “Haklısınız da; bu durum sadece Alanya’ya özgü değil ki, ülkemiz kentlerinin büyük bölümü bu durumda ne yazık ki …” deyip; aşağıda enine boyuna dillendirmeye çalıştığım konunun bir özetini yaptım onlara…

* * *

Yaşamımızın, yaşadığımız toprakların neredeyse tümü, yabancı dillerin istilasına uğradı.

Giydiğimiz giysilerimizden, tedavi için gittiğimiz hastanelere; oturduğumuz sitelerden, yemek yediğimiz lokantalara; hafta sonları vakit geçirdiğimiz alışveriş merkezlerinden, tıraş olduğumuz berber Musta’fa Coiffeur’a kadar hayatımızın geçtiği her yeri, yabancı sözcükler istila etmiş durumda.

Türkçeyi sonsuza kadar yaşatmak üzere Orhun Kitabeleri’ni yazan; yöreye özgü Bengitaşlara, bu zengin dili kazıyan bir milletin torunları; led ekranlarına, ışıltılı tabelalarına, yabancı adları yazmayı marifet sanır oldu.

Artık yabancı isimli bir alışveriş merkezinde konumlanan mağazalar arasında, Türkçe tabelalı işyerine rastlamak çoğu kez mümkün olmuyor.

Yeni yapılan tower, plaza, rezidans gibi hayat ve iş alanlarının isimleri de bu yabancı sözcüklerden payına düşeni alıyor...

Köşe başına açılan küçücük bir dönerci kendine ‘Dönerchi’ ismini seçmekte; bir oto satıcısı tabelasına Pasha Auto yazdırmakta; bir kafe işletmecisi, adına Dervish Cafe demekte; bir fotokopici Can Copy Center adını kullanmakta bir sakınca görmüyor.

Sonuçta olan, güzel Türkçemize oluyor.

Oysa Türkçemiz, bu Dünya’da en çok konuşulan 5. büyük dil.

Hâl böyle iken; niye bu eziklik?

Niye bu kompleks?

Niye bu özenti?

Ses bayrağımız Türkçeyi yerlerde süründürüyoruz.

Neden, niçin, niye?

Devamı yarın…