1972 yılında, daha 45 yaşında kaybettiğimiz babam Kemal Yolyapar, benim çocukluğumda Demokrat Parti’ye, sonraki yıllarda ise Adalet Partisi’ne oy veren bir insandı. Çorum’a geldiğinde mitinglerini kaçırmadığı politikacı ise, tartışmasız Osman Bölükbaşı’ydı.
Hani rahmetli Bölükbaşı’nın bilinen serzenişiyle, mitinglerde başak çoktu, ama dane vermiyordu. Babam da onlardandı. Bölükbaşı’yı dinlemeyi sever, oyunu merkez sağdaki büyük partiye verirdi.
Özel sohbetlerimizde sık sık ifade etmeye çalışırım; Anadolu Müslümanlığı, Hoca Ahmet Yesevi’den, Mevlâna, Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal gibi fikir ve sevgi pınarlarından beslenen bir hoşgörü ırmağına dönüşmüştü. Allah’a korkuyla değil, sevgiyle kulluk edilmesi esastı. “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” ifadesinde anlamını bulan ve “insan sevgisi”ni merkezine alan bir anlayış…
Dolayısıyla, rahmetli babam da, o zamanın Çorum’unda son derece yaygın olduğu üzere, yobazlıktan, bağnazlıktan uzak, hem inançlı, hem de sosyal bir insan olarak yaşayanlardandı. O iklimde, çocukluğumuzda hem dinimizi öğrendik, hem de dünyaya açık bir pencereden bakma; sorgulama, yargılama, özgürce düşünce oluşturma alışkanlığını edindik.
Gazeteciliğe başlamamdan kısa bir süre sonra rahmetli Bülent Ecevit’i tanıdım ve O’nun Genel Başkan olduğu 1972 yılında da kendimi CHP Gençlik Kolu Başkanı olarak buldum. 
Elbette, 1960’lı yıllar boyunca olanı-biteni yakından izledim. Birincisi meraklıydım, ikincisi, evimize düzenli günlük gazete giriyordu. Babam Hürriyet okurdu. Bu, o dönem için büyük bir şanstı. 
1970’li yılları ise, hem gazeteci, hem de CHP’li olarak yaşadım ve elbette Süleyman Demirel’in hep karşı safında yer aldım. 
12 Mart 1971 muhtırasında Demirel şapkasını alıp gittiğinde, Çorum Ekspres gazetesine, biraz da sevinçle manşet attığımı hatırlıyorum. Bu muhtıranın asıl hedefinin, ülkede yükselen sol uyanış olduğunu anlamamız içinse, birkaç aylık süre yetip de artacaktı.
*
Demirel’i, aktif politika yaptığı dönemlerde pek de sevmediğimizi anlatmaya çalışıyorum. 
Ama, 12 Eylül 1980 müdahalesini de hiç tasvip etmedim. Demirel ve diğer eski politikacıların siyaset yasağını kaldıran referandumda olumlu oy kullandım. 1982 Anayasası’na da zaten “olumsuz” oy veren küçük azınlığın içindeydim. Yani, Anayasa ile birlikte Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı’na da oy verme sorumluluğuna ortak olmadım. 


Can Yücel, “Hayatta ben en çok babamı sevdim” der ya… Bize göre bu halk da, yıllar yılı en çok “Baba”yı sevdi. Şimdi milyonlar, mübarek Ramazan’a girerken avuçlarını göğe açıyor O’nun için, “Allah rahmet eylesin” diye…
Fotoğrafta “Baba”, ünlü fötr şapkasıyla meydanlarda, halkı ile birlikte…

*
Gazeteciliğe başladığım günden itibaren, Çorum’un eğitim, kültür ve sanat çıtasını yükseltme adına elimden geleni yapmaya çalıştım. Bir dönem geleceğin ressamı olarak görülüyordum, tiyatro sahnesinde “iyi” olduğum söyleniyordu…Bir de yazma yeteneğim daha 1960’larda ortaya çıkmıştı. Bu yönlerimle, kültür ve sanat dünyasının savunucularından veya oyuncularından biri olmam son derece doğaldı. 
Çorum’a İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi kurulmasına yönelik girişimlere de, sonraki Çorum’a yüksek okul kazandırma çabalarına da hep katkım oldu. 
Çorum’a ilk fakülteyi kazandıran, ANAP döneminin güçlü milletvekili Ünal Akkaya’dır. 
Bir başka yasa tasarısı görüşülürken, Ondokuzmayıs Üniversitesi’ne bağlı Çorum Mühendislik Fakültesi’nin yasalaşmasını sağlayan O’dur. 
O yıllarda, dönemin Çorum Valisi Şevket Ekinci, Milletvekili Ünal Akkaya ve ben, birlikte “Hitit Üniversitesi Vakfı” kurma girişimini başlattık. Ünal Ağabey, Vakıflar Bankası’na hesap açtırdı. Ama, 1991 seçimleriyle siyasi dengeler değiştiği için bu girişim sonuca ulaşamadı. Tabii, Mühendislik Fakültesi çok önemli bir kazanım olarak bugünkü Hitit Üniversitesi’nin çekirdeğini oluşturdu. 
“Hitit” ismine itirazlar ve 1990’lı yıllarda ismin “Çorum Üniversitesi”ne dönüşmesi uzun bir hikaye…
Araya sıkıştırmam gerekir ki, benim ısrarla takipçisi olduğum “Hitit” ismine dönülmesinde, Çorum eski Milletvekili Agah Kafkas’ın sağduyulu yaklaşımının büyük payı vardır.
*
1992’de yeni üniversiteler kurulurken, aynen Şeker Fabrikası mücadelesinde olduğu gibi, ÇORUM HABER logosunun yanında gün saymaya başladım, “Baba, Çorumlu üniversitesini istiyor” diye. 
Çorum bu konuda haksızlığa uğrayınca da, “Baba’dan hayır çıkmadı!” manşetini attım. 
Geldik 1995 yılının ortalarına…
Kısaca birbirimize “teyze oğlu” diye hitap ettiğimiz Adnan Türkoğlu’nun “Çorum Üniversitesi”nin kuruluşuna ilişkin yasa teklifi, komisyonlardan geçerek TBMM Genel Kurulu’na gelmişti. Hani neredeyse Genel Kurul’dan geçip yasalaşmak üzereydi. 
Ama, “madem bir yasa çıkıyor, ben de seçim bölgeme bir yüksek okul veya fakülte kazandırayım” diye düşünen milletvekillerinin önergeleri yüzünden Genel Kurul karışmıştı. Başbakan Tansu Çiller’in talimatıyla, yasa teklifi komisyona geri çekildi ve Çorum’un üniversite hayalleri bir kez daha suya düştü. 
Bu kargaşanın ertesi günü, Hürriyet’in Başyazarı Oktay Ekşi’nin, “Ülkenin bu kadar önemli sorunları varken, Çorum Üniversitesi diye Meclis Genel Kurulu’nu tıkamanın manası var mı?” şeklinde özetlenebilecek bir başyazısı çıktı. 
Ben de oturdum, Oktay Bey’e, “Çorum’un üniversiteyi çoktan hak ettiğini, bunun durup dururken çıkmış bir yasa teklifi olmadığını, Çorum’un, Demirel’in vefasızlığı ile karşı karşıya kaldığını” anlatmaya çalışan bir yazı yazdım. 
Bu yazı, Oktay Ekşi’nin köşesinde değil de, Yalçın Bayer’in “Yeter Söz Milletin” köşesinde tam metin yayınlandı. Tarih: 15 Temmuz 1995…
Tabii Baba çok kızmış, deyim yerindeyse küplere binmiş…Köşk’te ortalığı birbirine katmış. Bizim Adnan’a da telefonla ulaşıp, “Çorum’dan bana saldırılıyor da, sen uyuyor musun?” anlamında serzenişte bulunmuş. “Kim bu Mehmet Yolyapar?” diye sormuş. Adnan, “akrabam” diyecekmiş, ama “a..” dedikten sonra Baba kızacak diye kelimeyi değiştirip “akranım” demiş…
Çorum Valiliği’ne, Hürriyet’e ve bana uzun bir cevap yazısı geldi Köşk’ten. Rakamlara ne kadar hâkim olduğunu bilmeyen yok elbette, Çorum’un kendi döneminde nereden nereye geldiğini, somut rakamlarla anlatıyor, “Bu hizmetler gökten zembille inmedi” diyordu. 
Cevap Hürriyet’te yayınlandıktan sonra Yalçın Bayer aradı, “cevap verecek misin?” diye. “Tabii” dedim ve ikinci yazımda altın vuruşu yaptım: Çorum’da Menderes’in çimento fabrikası, Özal’ın şeker fabrikası var, sizin hangi büyük eseriniz var Çorum’da?
O akşam Show TV beni 2-1 galip ilan etti. 
26 Temmuz 1995’te ise, Nazım Alpman, Milliyet’in “Polemik” köşesinde “Bu maç kaçmaz!” başlığıyla, benim 2-1 galibiyetimle maçın devam ettiğini yazdı. 
Elbet bunlar espriydi. 
Ama, böyle bir olay bugünlerde yaşansa, kendimi hapislerde mi bulurdum acaba, diye düşünmekten kendimi alamıyorum. 
Süleyman Demirel, kızsa da düşmanca bir tutum takınmayacak olgunluktaydı. 
Şaka da kaldırırdı, eleştiri de.


Nazmiye-Süleyman Demirel 

*
Yeri geldikçe anlatıyorum; İstanbul’da ilk büyük Çorumlular gecesini ÇORUM HABER olarak biz düzenlemiştik. 
Amatör Sesler Yarışmaları, Ulusal Karikatür Yarışmaları, tiyatro, sergi, müzik gecesi organizasyonları…
Çorum’un o yıllarında kültür-sanat rüzgârları estirmeye, sosyal yaşamı hareketlendirmeye çalışıyorduk.
1995 yılında da “ÇORUM HABER’in 10. Yılı Etkinlikleri” başlığı altında, Çorum Turban, Bursa Çelikpalas ve İstanbul Klassis’te Çorumlular geceleri düzenledik. 
Son geceyi ise Ankara’da Büyük Ankara Oteli’nde programladık. Ses getiren görkemli bir Çorumlular buluşması olacak…
Geceye üst düzeyde katılım bekliyoruz, örneğin Deniz Baykal da gelecek…Cumhurbaşkanı olarak Demirel de katılırsa, Çorum’un tanıtımı adına büyük bir kazanım olur diye düşünüyoruz, ama Baba bize kızıyor, nasıl davet edeceğiz? 
Vali Mustafa Yıldırım konuşmuş, TSO Başkanı Ümit Uzel’le birlikte Çankaya Köşkü’ne gittik. 
Bana karşı tutumunu, “kırılmış, ama baba şefkatiyle affetmiş” şeklinde özetleyebilirim. 
Zaten, sonraki birkaç görüşmemizde, “Nasılsın Mehmet?” diye hal-hatır sorarak müthiş bir sevecenlik örneği sergiledi.
*
Son yılların “kutuplaştıran”, “ötekileştiren”, “hoşgörüsüzlük”, “sevgisizlik” ortamında, Süleyman Demirel’i sık sık anmadan geçemiyorduk. 
Hatta, rahmetli Turgut Özal’ı da dahil ederek, geçmişte bu ülkeyi yönetenlerin daha anlayışlı, daha toleranslı, daha demokrat ve özgürlükçü, daha hukuka saygılı oldukları tespitini yapıyorduk. 
Ve başta Adnan olmak üzere, eski DYP’li dostlara, “Bir özür borcum var; Demirel meğer gerçek demokratmış!” itirafında bulunuyordum.
*
Süleyman Demirel’i kaybettiğimiz gün, gerçekten bir aile büyüğümü kaybetmiş gibi hissettim kendimi. 
Çünkü, -her ne kadar sağ siyasetin gereği olarak kutsal bazı değerleri kullansa da- O’nun, Atatürk ilkelerine, cumhuriyet değerlerine, hukuka savaş açtığına hiç tanık olmadım. 
Halkın kendisine yakıştırdığı “Baba” unvanını, gerçekten hak ederek taşıdı.
Ve belki binlerce gülümseten anı bıraktı arkasında. 
Binlerce de önemli eser…
Üniversite konusunda Çorum’a haksızlık etti, evet. 
En azından ben öyle düşünüyorum. 
Ama, ülke genelinde, artılarının eksilerinden çok fazla olduğunu, bugün gönül rahatlığıyla teslim edebiliyorum. 
Allah rahmet eylesin.
Mekânı cennet olsun. 
Türk tarihinin unutulmazları arasında tartışılmaz yerini aldı. 
Anısı önünde saygıyla eğiliyorum. 
Mehmet YOLYAPAR