Demokrasinin en önemli göstergesi, seçimlerin adil ve zamanında yapılmasıdır. Gerçek demokrasinin olmadığı toplumlarda, yukarıdakilerin belirlediği kişilerin seçilmesi istenir. Bu durumda demokratik bir seçimden, gerçek demokrasiden söz edilemez. Olsa olsa seçim takviyeli bir atama söz konusu olabilir. Bu süreç, seçilmişlerde takviye yapanlara minnet ve şükran duyguları uyandırır. Burada vefadan söz edilemez. Ancak seçilmişler, bayramlarda ya da başka özel günlerde bir demet çiçekle takviye yapanların gönlünü alıyor, onlara sevgi ve saygı gösteriyor, şükran duygularını ifade ediyorsa, bunu takdir etmek gerekir. Buna vefalı olmak diyebiliriz.

Vefalı olmak demek, vicdanı ile sevmek demektir. Sadakatli olmak ve hoşgörülü bir iyi niyetle yaklaşmaktır. Sözün özü; vefanın temeli sevgi ve saygıdır. Böylesine güzelim bir değeri yadırgamak ilkel bir tutum olur. İnsanlar arası sevgiyi, hoşgörüyü ortadan kaldırmak olur. Takviyeli seçilmişlerin sevgi ve saygı temelindeki vefalarını anlamak, hatta takdir etmek gerekir.

Vefa sözcüğü bana Yüksek Teknik Öğretmen Okulundaki bir anımı çağrıştırdı. Okulda bir tartışma yapılacaktı. Eskiden bu tip tartışmalar çok yapılırdı. Konumuz, “Ülkemizin kalkınmasında tarım mı önemlidir, sanayi mi?” idi. Bizim kümeye “sanayi” düşmüştü. Biz tartışmayı açık ara önde bitirdik. Övünmek gibi olmasın, küme sözcüsü bizdik. Tartışmayı düzenleyen bayan edebiyat öğretmenimiz sonucu açıkladıktan sonra, verimli bir tartışma olduğunu, kendisinin de bu bilgilerden yararlandığını söyledi.

Tartışma sonrası edebiyat öğretmenimin dikkatini çekmiştim. Aramızda sevgi ve saygıya dayalı güçlü bir bağ oluşmuştu. O zamanlar hocama gazetelerde çıkan yazılarımı ve şiirlerimi götürüyordum. Üzerinde tartışıyor, yorum yapıyorduk. Yine özel bir gününde öğretmenimi bir demet çiçekle ziyaret etim. O an çevresinde bulunan kişilere; “Mustafa benim çok vefalı bir öğrencimdir.” dedi. O sözünden o an müthiş bir haz duymuştum. Yalnızca sevgi ve saygı çerçevesinde “vefa” sözcüğü kullanılırsa çok anlamlı ve değerli oluyor.

“Vefa” duygusu gibi yüce bir değer, vefalılık adı altında, takviye yapanlara bir rant, çıkar olarak geri dönüyorsa bunun adı vefa olmuyor. Karşılıklı çıkar ilişkisi oluyor. Kısacası birbirini ödünç kaşımak oluyor. Vefa duygusu da örseleniyor.

Son dönemlerde pek çok atama takviyeli seçilmişin ağzından, “Vefa borcumu ödüyorum.” “Ben vefalıyım.” gibi sözleri sık duyar olduk. Onlar vefa borcunu ödeyince, onların seçilmesini sağlayanlar “sefa” içinde yaşamaya başlıyor. Böylece vefa, ranta dayalı bir süreç içinde tam bir sefaya dönüşüyor. Bu arada takviyeli seçilmişler vefa borcu altında inlediklerinden, enerjilerini bu borcu ödeme yolunda tükettiklerinden, halkı düşünmek, halkın sorunlarını çözmek gibi toplumsal çıkarlar ikinci sırada kalıyor veya savsaklanıyor (ihmal ediliyor). Birilerinin mutluluğu sefa içinde sürgit (daim) olurken, halkı kayırmak Mevla’ya kalıyor.

Sonuçta ortaya şöyle bir formül çıkıyor:

•Seçilmişin vefası + takviye edenin sefası = Masum halkın cefası. Sonuç halkın sefasına dönüşmedikçe, yani sefa süren halk olmadıkça, demokrasi adına söylenen sözler boş sözden (laf-ı güzaftan) öte bir anlam taşımıyor.

Ne diyelim; Allah kimseyi borç yükü altında bırakmasın.