Evlilik yaşamında 50 yıla merdiven dayamış birisi olarak her gün boşanma haberlerini duydukça içim sızlar. İnsanların büyük umutlarla birleştirdikleri yaşamlarını ani bir öfkeyle bitirivermelerini bir türlü anlayamam.

Eskiden olduğu gibi birbirlerinin yüzünü hiç görmeden yapılan evlilikler tarihe karıştı artık. Büyükler, sadece evlenmek isteyen iki kişiye aracılık eder duruma geldi. Bence zaten olması gereken de bu. Her iki taraf da evlenme kararını vermeden önce karşıdakini tanıyor, inceliyor ve kararı kendisi veriyor. Beğenmediyse moda deyimle “elektrik alamadım” deyip bitiriyor arkadaşlığı. Ama buna rağmen boşananların oranı da gün geçtikçe artıyor. Kısacası hem evlenmek için acele ediliyor, hem de evliliği bitirmek için.

Olayın birçok nedeni var tabii ki. Ben burada özellikle iki neden üzerinde durmak istiyorum; biri davranışlarla ilgili, diğeri de ekonomik.

Görevim gereği gençlerle her gün iç içeyim. Pek çok sorunlarını da paylaşırlar benimle. Öncelikle şunu gördüm: Davranışlarında dürüst ve samimi değiller; sahtelik kaplamış her yanlarını. Kendilerini karşıya tanıtırken, oldukları gibi değil de karşıdakinin beklediği yani olmasını istediği gibi tanıtıyorlar ve öyle olduklarına inanılmasını istiyorlar. Örneğin; yabancı müzikten nefret eden bir gencimiz, karşısındakinin bu müziği çok sevdiğini anlar anlamaz yabancı pop hastası oluveriyor. İki taraf da birbirini hiçbir zararlı alışkanlığı olmayan, huyu huyuna uygun, medeni, uyumlu, nazik ve olgun insanlar olarak görüyor; sonunda da bu insanla mutlu olacağını düşündüğü için evleniyor. Aslında her iki tarafın görüntüsü de tamamen sahte. Bambaşka kişilik özelliklerine sahipler ama bunu gizliyorlar. Bu konuda en güzel sözü G.J. Nathau söylemiş. Bakın ne diyor: “Evlendikten sonra karınızın sizinle nasıl konuşacağını öğrenmek isterseniz, şimdi erkek kardeşiyle nasıl konuştuğuna bakın.”

Hani bir söz vardır: “Kadınlar duyduklarına, erkekler ise gördüklerine inanırlar. İşte bu nedenle erkekler yalan söyler, kadınlar da makyaj yapar.” Tam da konumuza uygun bir söz. Ama bu durum evlilikten sonra birdenbire değişip herkes aslına dönüveriyor. Her iki taraf da istediğini elde etmiş olmanın rahatlığıyla gerçek kimliğine bürünüyor. Eşinin evlenmeden önceki haliyle şimdiki durumu arasında hiçbir bağlantı bulamayan eşler de haklı olarak şu soruyu soruyorlar kendilerine: “Benim evlendiğim insan bu muydu?” Ortak payda kalmayan birliktelikler de kısa sürede sona eriyor.

Üzerinde durmak istediğim ikinci neden de ekonomik. Yoktan, yoksulluktan bahsetmiyorum. O, toplumsal bir yara ve çözümü bizi aşar. Benim burada söylemek istediğim farklı bir neden. Eskiden evlilikler tümüyle erkeğin maddi gücü üzerine kurulur, ev işleri de tamamıyla kadının görevi olarak kabul edilirdi. Hatta ev işlerinde eşine yardımcı olan erkekler “kılıbık” damgası yiyerek ayıplanırdı. Kadınların çalışıp para kazanması da görevi evi geçindirmek olan erkek için hoş bir durum olarak görülmezdi. Günümüzde bu rollerde büyük değişimler yaşandı. Artık kadınlarımızın birçoğu da çalışıyor ve eşinden ayrı bir ekonomik gelire sahip. Akşam eve birlikte gelip, sofrayı birlikte kuruyorlar. Bu nedenle de ev işlerinde zorunlu bir paylaşım söz konusu. Yani her iki taraf da işin iki yönünü yapabiliyor. Bu da eşlerin birbirine muhtaç olma durumunu azalttı. Boşandığında kendi ayaklarının üzerinde durabileceklerine inanan eşler, küçük bir anlaşmazlıkta bu kutsal bağı koparıp atmaktan çekinmiyorlar.

Bu arada olan da çocuklara oluyor tabii. Anne ile baba arasındaki sorunların ortasında sevgisiz, hoşgörüsüz, uyumsuz, saygısız ve aile içi eğitimsiz yetişen bireylerin sayısı her geçen gün artıyor. Sorunlarını aile içinde halledemediği için bitirilmek zorunda kalınmış birlikteliklerin meyveleri olan bu çocuklardan ileride başarılı bir aile kurmaları nasıl beklenebilir?

Peki ama ne yapılabilir? Öncelikle “bir yastıkta kocamak” deyiminin anlamını iyi kavramak gerek. Çünkü iyi bir evlilik iki şeye bağlıdır; birincisi doğru insanı bulmaya, ikincisi doğru insan olmaya... Zaman zaman sarsıntıya uğramamış bir aile yoktur. Eşler arasında şiddetli tartışmaların yaşanması da gayet doğaldır. Önemli olan bunun olabilirliğini kabul ederek hoşgörünün sihirli gücünü kullanabilmek ve “biz bu evliliği bitirmek için değil, sürdürebilmek için bir araya geldik” düşüncesini temel ilke olarak benimseyebilmektir. Tabii ki sevginin bittiği ve her iki taraf için de birlikteliğin işkence halini aldığı durumlarda beklemenin çok da bir anlamı olmaz.

Yoksa hangimizin evinde tartışma yaşanmıyor ki! Çünkü Goethe der ki: “Evlilik hayatında ara sıra kavga etmelidir, çünkü insanlar ancak, böyle birbirlerini anlarlar.” Hem, tartışıp küsmezsek, yeniden barışmanın güzelliğini nasıl fark edeceğiz?

Bunun zevki de bir başka oluyor hani!

DÜŞÜNEN SÖZLER:

•Sevmeden evlenmek, inanmadan ibaret etmek gibi alçakça bir iştir. ÇEHOV

•Sağır bir kocayla, kör bir kadın mutlu bir çifttir. DANİMARKA ATASÖZÜ

•Evlilikte başarı, yalnız aranan kişiyi bulmakta değil, aynı zamanda aranan kişi olmaktır. FOSTER WOOD

•Evlenmeden evvel gözlerinizi dört açın. Evlendikten sonra yarı yarıya kapayın. PORTEKİZ ATASÖZÜ

•İyi bir karım mı olsun istiyorsun, öyleyse tam bir koca ol. GOTHE

•Kadın kocasını daha az sevmeli, fakat daha çok anlamalı; erkek, karısını daha çok sevmeli ancak anlamaya çalışmamalıdır. OSCAR WİLDE

•Evlilik; her akşam yattığında ve her sabah uyandığında, yastığın diğer ucunda yatanı görünce, onun hala orada olduğuna şükredebilmektir.

•Evliliğini iyi sürdüren kişi, hatalı olduğunda itiraf etmeyi, haklı olduğunda da susmayı becerebilendir. NASH